Zamanın Ruhu Buysa Kalsın!

0 • 5 Mayıs 2013 • Azarlama Müdürü • 1.308 GÖRÜNTÜLEME

Değerli Dostlarım,

Güzel konuşmayı, güzel yazı yazmayı, güzel çeviriler yapmayı unuttuk, geçmişte bıraktık. Zamanın ruhu Zeitgeist artık daha hızlı, daha düz, daha kalın ve daha az ayrıntısı olan yaşam yorumuna zorluyor bizi. Yazışmalarımız da, günlük konuşmalarımız da kirlendi, kısaldı, değişti, Türkçe, İngilizce ve diğer dillerde… Daha az yazıyor, daha kötü ve kısa konuşuyor, anlatmak istediğimizi anlatamıyor ya da karşımızdakini dinle(ye)miyoruz.  Kimi zaman (okumadı iseniz lütfen mutlaka okuyun) George Orwell’ın 1984 romanında anlattığı Yenikonuş (Newspeak) ile karşılaşmak üzere olduğumuzu düşünüp ürperiyorum.

Son posta kartımızı ne zaman attık, kalemle en son ne zaman not aldık ya da uzun bir yazı yazdık? Farkında mısınız, iki işaret parmağı, darı tanesine tavuk gagası modeli (hunt and peck) klavye kullanmaktan güzel yazmayı, el yazısını unuttuk. Bir satır yazarken bile hızla eciş bücüş döktürüp, belki de hemen yoruluyoruz.

Gelelim yabancı dil çevirilerine… Yabancı bir dil konuşuyorsak, o dilden (ya da o dile) çok önemli ve gelecek adına referans olarak kalacak bir çeviri yapmak durumunda kaldığımızda, Google Trans(too)late yardımı olmaksızın, en son ne zaman Langenscheidt sarı plastik tadında sözlüğümüzü alıp karınca duası küçük harfler arasında gezindik? Ya da Oxford, Redhouse kağıt hamuru kokusunu içimize çekerek ‘en doğru kelimeyi’ keyifle aramak uğrunda sayfalar çevirdik?

Yanlış anlaşılmasın. ‘İş yazışmaları posta ile gönderilmeli, bir konuyu hemen anlayabilmek adına çeviri servisleri kullanılmamalı’ demiyorum. Teknolojik ilerlemelerin getirdiği tüm kolaylıkları sonuna dek kullanmalı, bu konuda bir an bile zaman kaybetmemeliyiz.

Ben profesyonel açıdan yaklaşmak istiyorum söyleyeceklerime. Örneğin, değişik zamanlarda, değişik konular için gereken çeviriler konusunda ‘çevrimen olduğunu söyleyen’ bazı arkadaşlarımızın yaptıklarına (aslında yapamadıklarına) bakınca o kadar üzülüyorum ki…

Bizi geç. Biz belki üç kuruşluk (five pennies worth) dilimizle biraz kısa yoldan gidiyor, o mükemmelliğe ulaşamıyoruz. Ama be kardeşim, sen çevirmensen, ekmeğini bundan kazanıyorsan, biz de ücretini takdim ederek bu kaliteyi bekliyorsak, senden daha özenli, daha hoş, okuduğumuz her satırda bizleri gülümsetip heyecanlandırıp şaşırtacağın bir iş çıkartmanı beklemek hakkımız değil mi? Hiç mi okumadın, hiç mi kullanmadın o güzel insanların bir zamanlar konuştukları güzel deyimleri, cümleleri?

Elbette ‘native speaker’ tadında olsa yapılanlar, sonuç harika olur. Tamam, herkesten bu düzeyi beklemek zor ama, profesyonel olduğunu söylediğin bir konuda lise İngilizcesi ile de çeviri yapma hakkın yok. Biz beğen(e)miyorsak, önemli bir sorun(un) var bence.

Hemen ekleyeyim! İşlerini çok iyi yapan ve çıkardıkları işler büyük beğeni ile karşılanan çevirmen arkadaşlarım sakın üstlerine alınmasınlar. Hatta onların da bu durumdan şikayetçi olması gerek. Kendi içlerinde bir özeleştiri yapmalılar. Klasik söylem ama evet: ‘Her meslek topluluğunda çürük elmalar var’. Ama sorunumuz şu: Çürük elmayı her yiyen anlar ama ‘önemli’ bir çeviri isteyen herkes okuyup nasıl olduğunu değerlendirme şansına sahip değil ki… Neden kulağa daha hoş gelen bir cümle kurulmaz, neden yapışmayan, iğreti durmayan güzel kelimeler kullanılmaz?

Buyur:

  • Kötü Türkçemiz: ‘Bize en kısa sürede dönmeniz rica olunur!’ (Dövseydin bari!)
  • Güzel Türkçe: ‘En uygun zamanınızda yanıtınızı beklemekteyiz.’ (Daha hoş durmuyor mu?)

Şimdi bunu parasını vererek çevir(t)elim:

  • Çevir(e)me(ye)n: ‘Please answer us urgently!’ (Dilimizle İngilizce dövdük bu kez…)
  • Beklediğimiz, umduğumuz: ‘We are looking forward to hearing from you in your earliest possible convenience.’ (Now, how does that sound, oh boy?)

Ne bileyim, ‘but’ deme, ‘having said this, however’ de, ‘faynıliy, but veri veri importınt olso’ deme, ‘the last, but not the least’ de, biz mi söyleyelim herşeyi? Biraz süsle paragrafını, kelimelerini okşa, yumuşat cümleleri, batmasın bize.

Tamam. Neden bir Pazar sabahı Azarlama Müdürü olarak nöbetçi olduğumu merak ediyorsunuzdur. Kısaca paylaşayım. İngiltere’de bir yayınevinin okuyacağı önemli bir belgemin son derece düzgün bir İngilizce ile çevirisinin yapılmasını istedim. Üç (anadili Türkçe olan) çevirmeden günler sonra berbat sonuçlar geldi.  Üçünden daha iyisini oturup yazabilirdim kendi başıma. Üzüldüm ve kızdım. ‘Siz bu çevirinizi güzel buluyor musunuz?’ diye sorduğumda ise… Neyse. Anadili İngilizce olan (native speaker, tekrar) ve yaptıklarını çok beğendiğim bir kaç çevirmen ile, yoğunluklarından ötürü bir araya gelemedik. Neden yoğun oldukları belli aslında.

Aracı kötü kullanan taksi şöförüne kızma, yaptığı ya da yapamadığı, beceremediği bir gezi için seyahat acentası ve/veya rehberini eleştirme ya da kötü bir malı geri verme hakkımız varsa, bu çevirilere de itiraz hakkımız olmamalı mı?

Döndük dolaştık, ‘işini çok iyi yapmaya, ya da yapmaya çalışmaya, mükemmele ulaşma çabalarına’ gelip dayandık. Bir yönden de ‘Herkes çok iyi olamaz, zaten olmamalı. Olsa idi farklılıklar ortaya çıkmazdı, işini iyi yapanlar ayırt edilemezdi’ diye düşünüyorum. Belki de bu kadar aksi öğretmen tadında dolaşmanın anlamı kalmadı günümüzde.

‘Hey dostum, çak! Gimme hi-five, my man!’

YORUM YOK

YORUM YAP

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.