Değerli Dostlarım,
Yurt dışı gezilerimden zaman buldukça yaptığım Türkiye programlarında en sevdiğim şehirlerden biri de Serhad ilimiz Edirne’dir. Üstüne, kıyısına, köşesine biraz Bulgaristan, Yunanistan da ekleyerek, dört beş günlük harika bir tatil çıkartırım ortaya… Edirne içinde ise neredeyse her yer yüzlerce ayrıntı içerir, tek tek anlatılası. Günlerce gezsek de bitmez.
Şehir içindeki tarihi camileri gezdirirken, ben ne kadar ayrıntıya girsem de, katılımcılarımızın neredeyse hepsinin başları arkaya devrilmiştir, kemer ve kubbelerden, bunları tutan sütunlardan, şamdanlı avizelerden, kısacası yukarılardan gözlerini alamazlar.
Arasıra zorla da olsa konuklarımın bakışlarını göz çizgimize getirir ve ilginç ayrıntılara odaklanmalarını isterim. Yakınına kadar gideriz, dokunmadan olabildiğince yaklaşırız. Mimar Sinan’ın ustalık eseri, Osmanlı Mimarisi’nin en büyük camilerinden Selimiye’nin içini de gezdirirken sıklıkla başıma gelir bu durum… Örneğin caminin ortasında bulunan Müezzin Mahfili en güzel örneğidir bu ayrıntıların. Çünkü bu bölüm, cami içine gelen yerli ve yabancı turistlerin belki de dikkatlerini pek çekmeyen inanılmaz bir güzellik daha barındırır üzerinde: Edirnekâri işlemeler.
Edirne işi ustalığın tek bir kelimede bir araya geldiği Edirnekâri, altı yüz yıla uzanan geleneği ile ahşap ve deri üzerine işlenmiş özen, zaman, yaratıcılık, desen, renk ve motiflerin tümüdür. Oymasından boya bezeğine, kakmasından tavanına, trabzan kenarları ve ayaklarına, dolaplardan çekmece ve sandıklara, şimdi sözünü ettiğim Müezzin Mahfili frizlerine kadar…
Bir anlatmaya başlarsam saatler sürer, zor da olsa bir paragrafta yapım sürecini özetlemeye çalışayım. Edirnekâri ustası çam, kayın, ıhlamur, sedir ve çam ağaçlarını alır, önce ‘Osmanlı Macunu’ ile damar ve yüzeyleri yumuşatır, adetâ ‘sakinleştirir’. Çalışacağı bölümün altına da toprak boya ya da zift ile astar atar, yani ‘eskitir’. Sonra motif çalışmaya başlar. Değişik tarzlardan uygun olanını seçer. En çok bilinenler Rumî veya Hatayî olarak çıkar karşımıza. Geometrik desenler, çiçek ve meyve üzerine kurulu doğal süslemeler sıklıkla başı çeker. Batı süslemelerinde ismini ‘Ölü Doğa’ (hareketsiz) anlamda ‘Natürmort’ (Nature Morte) kelimelerinden alan bu süslemeler aslında bizim sanatımızda değişikliğe uğramıştır. Edirnekâri Üstâdlarımız bu senteze Rokoko, rafine Barok ve Ampir Üslûbu da katarak ‘Şüküfe’ adı verilen biçimi ortaya çıkartmıştır.
Genelde süslemeler, yine Batı işçiliğinde ‘Lac’ adı verilen, özel bir Hint Böceği türünden elde edilen, ‘Bin Cilâ’ anlamındaki ‘Gamollak’ ile bitirilir, kakma ve oymalar ince metallerle sağlama alınır. Boyama sürecindeki tüm yardımcı ürünlerin de tümüyle doğal olarak elde edildiğini unutmamalıyız.
Edirnekâri’nin kendisini en iyi gösterdiği ürünlerden biri de çeyiz sandıklarıdır. Bölgede, bu dönemde bu işçilikle yapılan sandıklara ‘Kiz’ adı verilir. Bildiğimiz üzere sandıklarda kullandıklarımız saklanır. Aslında gizlenir, daha doğrusu ‘kiz’lenir! İşte gizlemek, bir şeyi ‘kizlemek’ Edirne’den gelir. Günümüzde Edirne’de bu sanatı başta Halil Teksöz Üstâd olmak üzere, kendi çalışma arkadaşları ve çok az sayıda sanatçı sürdürmektedir. Teksöz’ün elinde, daha önce söz verilen ama açılmayan bir sergi için hazırladığı, Edirnekâri süslemelerle bezeli çok sayıda sandık bulunmaktadır.
Bu konu üzerine anlatacakların sonu gelmez. En iyi seçenek Edirne’ye giderek bir kaç gün kalmak ve bu ayrıntı başta olmak üzere her bir köşede saklı duran bu farklı özellikleri yakalayabilmektir. Sizleri de ilk fırsatınızda bu güzellikler eşliğinde Serhad şehrimizde ağırlayabilmek dileği ile…
YORUM YOK