Özge Ersu, 1992 Floransa – Toscana İtalya
Değerli Dostlarım,
Gezilerimde, örneğin Floransa’da konuklarımın sık sorduğu sorular arasındadır:
– ‘Özge Bey, İtalya’ya, örneğin Floransa’ya kaç kez geldiniz?’
Elbette çetele tutmuşluğum yok ama hızlı bir hesap yaparım… 1984 – 2014, turizmde otuzuncu yılım… Eh, mesleğe başlar başlamaz İtalya’da açmadık gözümüzü, seksenlerin sonları desek, yirmi küsur seneden senede en az on kere, yapar iki yüz… Haydi iki yüz olmasın, elli de benden gitsin, yüz elli. Çok mu? Bence az bile.
Hiçbir zaman ‘Artık biliyorum’ diyemedim meslek yaşamımda zaten. Dünyanın neresinde yaşıyor ya da yaşatılıyorsam aralıksız çalışır, anımsadıklarımı bir kez daha gözden geçirir, onları dallandırıp budaklandırır, ‘tersine mühendislik – reverse engineering’ modeli kafamda bir yerlere koyarım. Bilirim, oradaki bilgiye uzanıp dokunacağım gelecek, bir gün gelecektir.
Gezilerimde, örneğin Floransa’da konuklarımın sık sorduğu sorular arasındadır:
– ‘Özge Bey, nasıl zaman buluyorsunuz bu kadar şeye?’
– ‘Neye?’
– ‘Şeye… Her şeye.’
Ben günü uzatırım. Sizler akrep ve yelkovanı yirmi dört saat üzerinde döndürürken, benimki ‘otuz saatlik’ sistemdir. Ama dünya saati ile uyum sağlaması için uykumdan keserim. Geç yatar, erken kalkarım. Yaşamımın geri kalanından mı yedim, yiyorum, bilemem.
Örneğin Bir Floransa sabahında onlarca yıldır olduğu gibi teklemeden 04:20’de kafa saatim beni uyandırır:
– ‘Hşşt, Özge, hadi kalk! Bak sabaha karşı 02:00’den beri uyuyorsun zaten!’
– ‘Ne olur, biraz daha uyusam? Beş dakika daha?’
– ‘Olmaz! Bak üç saat sonra güneş doğacak zaten. Aslında daha önceden dürtecektim, o kadar güzel uyuyordun ki, kıyamadım!’
– ‘Mmm, ne olur, iki dakika on üç saniye daha!’
– ‘Kalk!’
Kalkılır. Kalkarım. Çalışılacak, çalışırım. Keyifle… Aydınlanıverir ortalık. Dünya doğan güneşe uyanırken, ben günü yarılamışımdır.
Yetmez, bir otelde isem inerim aşağı. Gözlerini oğuşturan resepsiyonistten bir yerel gazete, La Nazione – Quotidiano di Firenze kapar, o gün o ülkede o şehirde neler oluyor, göz atarım. Vali mi tutuklanmış, köprü mü çökmüş, yeni bir müze mi açılmış, yalnızca on iki saatlik gecikme ile öğrenir, kafamda bir yerlere koyarım. Bilirim, oradaki bilgiye uzanıp dokunacağım gelecek, hemen bu sabah gelecek, benim ve gezdirdiğim dostlarımın gününü renklendirecektir.
Gezilerimde, örneğin Floransa’da konuklarımın sık sorduğu sorular arasındadır:
– ‘Özge Bey, hiç sıkılmıyor musunuz hep aynı yerleri yüzlerce kez görüp, yüzlerce kez anlatmaktan?’
Yanıtlarım.
– ‘Hiç! Siz gezmekten, dünyayı görmekten sıkıldığınızda, bir öğretmen aynı dersi anlatmaktan sıkıldığında, bir ses sanatçısı aynı şarkıyı söylemekten sıkıldığında, güneş doğmaktan, yıldızlar ve ay devinmekten sıkıldığında ben de o gün sıkılacağım işte…’
Konuklarımı dünyanın bir köşesini ilk kez görecekleri saniyeye hazırlamaktan, o dakikalardaki heyecanlarını yaşamaktan, yaşatmaktan, yıllar sonra kendileri ile karşılaştığımızda yeniden ‘an’ı anmaktan’ sıkılmam. Yoksa sahnenin ışıklarını kapatıp, ‘Stage Exit Left’ modeli sol merdivenden perdemi kapatıp, inip gitmeliyim.
Gezilerimde, örneğin Floransa’ya giderken konuklarımla yolda başka dünyalara da uğramayı severim:
Ah, bilseniz ne güzeldir Venedik‘ten yola çıkıp Emiglia Romagna’dan, Po Ovası üzerinden güneye inanılmaz bir tarih ve coğrafya eşliğinde inerken Toscana öncesi Rönesans anlatmanın keyfini? Sadece İtalya’da kalmayıp, konuyu İstanbul’a, fetihe, daha öncesinde Endülüs Emevileri‘ne, erken dönem İslam Rönesansına bağlamayı? Oradan ani bir rüzgâr ile kulak ve akılları Uzakdoğunun, Asya‘nın çekik akıllı bilgeliklerine savurmayı…
Gezilerimde, örneğin Floransa’da konuklarımın sık sorduğu sorular arasındadır:
– ‘Özge Bey, bu köprü ne köprüsü? Bu taş nedir? Köprüde pencere olur mu? Köprü neden bu kadar eski?’
Başlarım anlatmaya. Yeni bilgiler, heyecanlar katarak… Alırım arkama Uffizi‘yi, önümde Arno Nehri akar usulca sağımıza… Eski Köprü Ponte Vecchio‘dur baktığımız. Dinleyin o zaman…
İtalyancada ‘Ponte’ köprü demektir. ‘Vecchio’ da eski. Diğer köprülerden, üzerindeki küçük yapılarla kolayca ayrılır. Ortaçağ dönemi kemerli taş köprülerin en güzel örnekleri arasındadır. Ponte Vechhio Arno nehri’nin iki yakasının Floransa içinde birbirine en yakın olduğu noktaya Roma İmparatorluğu döneminde kurulmuştur. Roma’dan çıkıp Cenova’ya kadar giden antik Roma yollarından Via Cassia‘nın nehri geçtiği yer de burasıdır. Altı taş, üstü ahşap olan ilk köprü dokuz yüz yıllarının sonlarında kayıtlarda görünse de de birkaç on yıl sonra Arno Nehri‘nde sıkılıkla karşılaşılan sellerden biri sonucu 1117’de yıkılmıştır.
1333’te tümüyle taştan yeniden yapılsa da hemen sonra yeniden sel felaketine uğramış, 1345’te ayakta kalan iki ayağın üzerine yeniden yapılmıştır. Mimarının Taddeo Gaddi ya da Neri di Fioravanti olduğu düşünülmektedir. Köprünün üzeri adet olduğu üzere hemen seyyar satıcı ve esnafların tezgâhları ve küçük kulübeleri ile dolmuştur. Özellikle kasaplar köprünün ilk esnaf loncası arasındadır. Bu arada, köprü içinde nasıl dükkân açılırdı, söyleyeyim. Satış yapmak isteyenler o zamanlar ‘Barghello’ adı verilen yöneticilerden izin almak zorunda idiler.
Bilir misiniz? Dünya üzerinde böyle kapalı bölümleri olan, bu yerlerin esnafa verildiği çarşılı köprüler çok azdır. Bunlar arasında Bulgaristan’ın Lofça kentindeki Osma Köprüsü, Venedik’teki Rialto Köprüsü geliyor aklıma. Ama en güzellerinden birine sizin ruhunuzu ve usunuzu dokundurmadan geçmek istemiyorum.
Gelin bir nefes alıp, Floransa’dan yeşil bir cennete kısa bir solukla uzanıp serinleyelim. Belki bir daha anlatmaya fırsat olmaz. Bursa‘ya, Irgandı Köprüsü‘ne, yani örneği çok az olan esnaf köprülerinin en alımlılarından birine hızlıca götürüp getirmek istiyorum sizleri. Bursa’nın en güzel yerlerinden biri olan ‘Irgandı Köprüsü’nün bu dünya çapındaki mimari özelliğini, bırakın turistleri, bazı ‘sonradan olma’ Bursalı bile pek bilmez. Kapalı mimari ile dört yüz elli sene önce yapılmış ve zanaatçılara verilmiştir. Depremlerde yıkılmış, Kurtuluş Savaşı’nda bombalanmış, en sonunda belediye tarafından onarılmıştır. Farklı aşk ve intihar hikayeleri de söylenegider.
Dönelim Ponte Vecchio‘ya… İsterseniz biraz tarih ve mimari anlatalım. Köprünün her iki yanına dört adet savunma kulesi yapılmışsa da günümüze dek yalnızca güneyde kalan Torre dei Manelli (Manelli Kulesi) ulaşabilmiştir. Yüksekliği üç buçuk ile yaklaşık dört buçuk metre arasında değişen üç kemerli köprünün orta ayak açıklığı otuz, yanlarda kalan iki tanesi ise yirmi yedi metredir.
Soyluların güvenli bir biçimde kalabalığa karışmadan şehrin içindeki Eski Saray Palazzo Vechhio‘dan nehrin diğer yakasında yaşadıkları Pitti Sarayı‘na kapalı bir üst geçit olarak ulaştıran Vasari Geçidi de köprünün üstünden geçmektedir. Geçidin düz gitmesi adına, 1565’te Medici‘lerden I. Cosimo, biraz önce sözünü ettiğim Manelli Kulesi‘nin yıkılmasını emretmişse de, Manelli Ailesi‘nin yoğun direnişi nedeni ile kulenin çevresinden dolaşmak durumunda kalınmıştır.
1593 yılında Medici Ailesi kötü kokular geldiğini öne sürerek, biraz da geçidin prestijini korumak adına köprü üzerinde 1442’den beri bir kooperatif oluşumu altında ticaret yapan ve adeta bir tekel haline gelen kasapları uzaklaştırmış, yerleri hemen altın tüccarları ve kuyumcular tarafından doldurulmuştur. O zamandan günümüze, kuyumcular satışlarını sürdüregelmektedir. Eski dilde ‘Retrobotteghe’ adı verilen ve köprünün doğusunda yer alan küçük yapılar on yedinci yüzyılda eklenmiştir.
Latin dilleri başta olmak üzere birçok dile giren ve iflas anlamına gelen ‘Bankruptcy’ yani Bancorotto‘nun da ismini bu köprüdeki uygulamalardan aldığı söylenir. İtalyancada ‘Bancarotta’ ya da ‘Bancorotto’nun anlamı ‘kırılmış tezgâh’tır. Para ticareti ve işlemler köprü üzerindeki esnaf tarafından yürütülür, değerli belgeler, para ve senetler çelik iskeletli ahşap sandıklarda saklanırdı. Bir tefecinin işi bozulduğunda, alacaklarını ödeyemeyecek duruma geldiğinde kent yöneticileri karar alır ve görevli askerler bu sandığı, yani tezgâhı boşaltıp balta ile parçalarlardı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ise Alman işgali altında kalan bölge büyük yıkıma uğramışsa da, Ağustos 1944’te geri çekilen Alman orduları havaya uçurdukları diğer köprülerin aksine, söylentiye göre Adolf Hitler‘in kesin emri nedeni ile Ponte Vechhio‘ya dokunmamışlardır. Söylenti doğru olsa da aslında köprüye giden tüm bağlantı yollarının zaten kesilmiş olduğunu belirtmek isterim. Savaş sonrası köprü, bazı modern eklemeler de olmak üzere eski görünümünü kazanmıştır. Köprü, Arno Nehri’nin 1966 yılında taşması sonucu yine büyük zarar görmüştür.
Köprü üzerinde tam ortada batıya bakan yönde 1500 – 1571 yılları arasında yaşamış altın tüccarı, heykeltraş, teknik ressam, asker ve müzisyen Benvenuto Cellini‘nin büstü vardır. Cellini aynı zamanda Geç Rönesans dönemindeki ‘Mannerism’ akımının önemli sanatçıları arasındadır.
Kuzey girişindeki taşlardan birinin üzerinde Dante‘nin Cennet ve Cehennem eserinden bir alıntı bulunmaktadır ve 1215 yılında Buendolmonti‘nin öldürüldüğü yeri göstermektedir. Bu cinayetle birlikte Papalık yanında yer alan Guelf‘ler ve Kutsal Roma İmparatorluğu destekçisi Ghibelline‘ler arasında Orta ve Kuzey İtalya’daki şehir devletleri arasında on beşinci yüzyıla kadar devam eden büyük bir çekişme başlamıştır.
Yine köprü ortasında zor görülen bir yerde, İtalya Turing Kurumu tarafından konulan bir taşta 1333 yılındaki sel ve on yıl sonrasında bağışlarla köprünün yeniden yapıldığını belirten bir taş yer almaktadır.
İsterseniz artık günümüze gelelim. Bir deliye köprüden bir taş attıralım, kırk akıllı çıkaramasın… Köprünün üzerinde, özellikle Cellini‘nin büstünün çevresinde son yıllarda moda olan çok sayıda asma kilit ile karşılaşabilirsiniz. Yakın zamanda özellikle Rus ve Uzakdoğulu turistlerin Avrupa‘da yaydığı bu inanışa göre, köprü üzerindeki demirlerden birine takılan asma kilitin anahtarları, sevgililer tarafından nehre atılır ve sonsuza dek birbirine bağlı kalacaklarına inanılır. Açıkçası bu kilitler tarihi köprünün görünümünü bozmakta ve sökülmeleri sırasında eserlere zarar vermektedir. Bazı kaynaklar köprü başında asma kilit satan bir bisikletçinin bu uygulamayı başlattığı söylentisini yaymışlardır. Bu adet, kilit takarken yakalananların 670 Euro ceza ödeyeceğini bildiren tabelanın şehir yönetimince asılması sonucu eski hızını kaybetmiştir.
Gezilerimde, örneğin Floransa’da konuklarımın sık sorduğu sorular arasındadır:
– ‘Özge Bey, bizi hep müzik eşliğinde gezdirirsiniz. Bu köprüde dinleteceğiniz bir eser yok mu?’
Var! Biliyor musunuz, bu köprü Giacomo Puccini‘nin 1918‘de bestelediği, libretto‘sunu Giovacchino Forzano‘ya borçlu olduğumuz, Ortaçağ Floransa‘sında geçen Gianni Schicchi komik operasında yer alan ‘O Mio Babbino Caro’ (Benim Sevgili Babacığım) soprano aryasında yer alır.
Kapatın gözlerinizi, yaslanın arkanıza. Hazırsanız dinleteyim size. En sevdiğim Sarah Brightman yorumlarından, üstelik Londra Senfoni Orkestrası eşliğinde…Üstelik hızlıca Türkçeye bile çevirdim sizin için… Siz dinlerken, ben de sizlere yine güzel, heyecanlı ve ilginç gezi yazıları hazırlamaya çalışayım…
O mio babbino caro, mi piace, è bello, bello.
Vo’andare in Porta Rossa, a comperar l’anello!
Sì, sì, ci voglio andare! E se l’amassi indarno,
Andrei sul Ponte Vecchio, ma per buttarmi in Arno!
Mi struggo e mi tormento! O Dio, vorrei morir!
Babbo, pietà, pietà!
Sevgili babacığım! Yakışıklımı çok seviyorum.
Haydi, Pembekapı’ya gidip, nişan yüzüklerini alalım!
Ama eğer bu aşk karşılıksızsa, Eski Köprü Ponte Vecchio’dan
Kendimi sulara atacak, akıp gidip öleceğim!
Babacığım, dua ediyor, yalvarıyorum…
https://ozge.ersu.net/indir/geziyazilari/floransa/o-mio-babbino-caro.mp3
YORUM YOK