22 Ekim 2007
Villefranche Sur Mer · Nice Côte d’Azur
Değerli Dostlarım,
Fransa Rivierasında Nice’e gittiğinizde yerli halktan birini yolda çevirip ‘Şehrinizi Osmanlılar kuşattığında sizi kim kurtarmıştı?’ diye sorarsanız hemen omuzlarını şişirerek ‘Elbette, çamaşırcı kadın kahramanımız Catherine Ségurane!’ diye yanıt verirler.
Aslında 1542 ile 1546 yılları arasında Kutsal Roma İmparatorluğu’na karşı Osmanlı İmparatorluğu ve Fransa Krallığı’nın birlikte yürüttüğü savaşın bir parçası olan Nice Kuşatması, Osmanlı Tarihinin biraz karanlıkta kalmış, bölgeye gelen Türk gezginlerin de ayrıntılarını pek bilmediği bir dönemdir.
Yazımı kaleme aldığım Saint Jean Cap Ferrat ve Villfranche-sur-Mer koyu bile tarihimize ilişkin önemli olaylara tanıklık etmiştir. Burası St. John Şövalyelerinden Pierre d’Aubusson’un Sultan II. Beyazıt ile yaptığı anlaşma sonrası Cem Sultan’ı Avrupa’da karaya çıkarttığ ilk yerdir. Şehzâde Cem daha sonra Nice’e götürülmüş, 1489 yılında Osmanlılara karşı bir koz olarak kullanılmak üzere Vatikan’a yollanmadan önce beş sene boyunca bu bölgede kaleden kaleye dolaştırılmıştır.
Arzu ederseniz beş yüz sene öncesine dönüp tarihin tozlu yapraklarını birlikte çevirmeye başlayalım.
Bu dönemde konumuz olan iki dev imparatorluğun başında Kanuni Sultan Süleyman ile Osmanlıların ‘Françesko’ dediği Rönesans döneminin Fransa’daki ilk kralı I. François vardı. Anlatacaklarımı daha iyi değerlendirebilmemiz için I. François’nın engin hoşgörüsü ve birikimi ile ile sanatın her dalına büyük önem verdiğini, Rönensans ve Hümanizm’in yayılmasında büyük etkisi olduğunu ve günümüzde Fransa’nın en prestijli araştırma üniversitesi Collège de France’ı kurduğunu bilgilerimize ekleyelim.
Kanuni Sultan Süleyman’ın orta ve uzun dönem stratejileri arasında ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz’deki deniz gücünü etkinliğini artırmak, Akdeniz’i adeta bir ‘Türk Gölü’ yapmak vardı. Cenova, Venedik gibi donanması çok güçlü Repubbliche Marinare Deniz Cumhuriyetlerinin yanısıra, İspanyol ve Fransız donanmalarının kol gezdiği dev bir iç denizde bu istek gerçeklerle ne kadar örtüşebilirdi, tartışılır elbette. Bence biraz hedef küçültüp, Kanuni’nin amacını ‘önemli deniz ticaret yollarını kontrol altında tutmak’ diye tanımlamak bence daha doğru.
Diğer yönden Afrika ve Akdeniz’deki ticaretin önemli noktalarına yakın bir konumda olan, o zamanlar Savoy Dükalığı sınırları içindeki Nice (Nicaea) şehrinin, daha büyük bir planın parçası olarak ele geçirilmesi de son derece önemli idi. Ama bence kurgu çok daha karışıktı çünkü Akdeniz’i Türk Gölü yapma projesinin yanında Nice’in ele geçirilmesi çok küçük bir adımdı.
Bazı tarihçiler Fransa’nın bu işbirliği (onlara göre düşmanla ittifakı) ile Katolik dünyanın tepkisini iyice çekmeye başladığını, Kralın Papa tarafından afaroz edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu değerlendirerek, Barbaros’u boş yere buralara kadar getirmemiş olmak için, I. François’nın Nice gibi daha önemsiz bir yeri hedef göstediğini de söylerler.
Gerçek nedenler her zaman tartışmaya açık olsa da, gelin bilebildiğimiz kadarı ile olaylara ve gelişmelere tanıklık edelim:
Değişik yorumları bir kenarda tutarak, sonuçta I. François ile yapılan anlaşma çerçevesinde Nisan 1543’te İstanbul’dan Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Barbaros Hayrettin Paşa komutasında yola çıkan yüz on gemilik filonun, yolu üzerindeki bir çok İtalyan yerleşimine uğrayarak, kimi zaman dostça demir atıp kimi zaman da direnen kaleleri yıkarak, Messina Boğazı’ndaki Reggio’yu yağmalamadan fethederek Temmuz ayında Marsilya’ya vardıktan sonra Enghien Dükü Kont François de Bourbon komutasındaki elli gemilik Fransız Donanması ile buluştuğunu biliyoruz. Barbaros Hayrettin Paşa’nın bu buluşmada, kendisi için verilen davette kuşatmalar için hiç bir hazırlığın yapılmadığını öğrendiğinde büyük bir kızgınlıkla gemisine döndüğü de anlatılır.
Aslında bu buluşmanın öncesinde François de Bourbon sadece kendi gemileri ile Nice’e saldırmaya kalkışmış ama karşı tarafın ünlü komutanlarından Andre Doria tarafından püskürtülmüştü.
Biraz önce ’50 gemilik hazırlık’ demiştim. Yine bazı kaynaklar çok daha az sayıda geminin ‘adeta göstermelik bir biçimde’ Barbaros’a eşlik etmek üzere hazırlandığını söylerler. Osmanlılar 4 kalyon ve 8 kadırga derken, Avrupa kaynakları üç ayrı komutanın emri altındaki 50 parçalık bir donama olduğunu ileri sürer. Fransız denizci sayısı bile zaman zaman abartılı ve tutarsız sayılarla 5-6 bin ile 16-17 bin arasında gösterilmektedir. Biz yine de sayıyı en yüksek olarak belirtildiği biçimde kabul ederek, ortak filoyu 160 gemi olarak belirtmiş olalım.
Hazırlıkların sürdüğü Marsilya ve Toulon’dan demir alan gemiler, burunlarını doğuya çevirerek 6 Ağustos günü Villefranche-sur-Mer’e çıkartma yapmış ve tüm koyu savaş stratejisi nedenleri ile yerle bir ettikten sonra iki haftalık kuşatmayı başlatmışlardır.
Osmanlılar 15 Ağustos’taki büyük çarpışmada sonrası şehrin büyük bölümünü ellerine geçirdilerse de Nice bir hafta daha dayanmış ve Osmanlı ordusunun keskin top atışları, akıllıca kazılan siperlerden yapılan saldırıları sonrasında, Barbaros Hayrettin Paşa’ya yardım etmeye çalışan Fransızların şaşkın bakışları altında Ağustos’ta teslim olmuştur. Bu aşamada Fransızların, Osmanlıların Nice’i yağmalamasını engelledikleri anlatılsa da, gerçeği bilmek zor. Karşı görüşte olanlar ise Osmanlı ordusuna yağmalama emrinin verilmediğini, Osmanlıların gidişi sonrası şehrin Fransızlar tarafından yağmalanarak I. François’ya bu yönde yanlış bilgi ulaştırıldığını anlatıyor.
Kuşatmadan kurtulan tek yer olan Simiye Şatosu ‘Château de Cimiez’ ise bu şansını Osmanlı donanmasının hızlı ver seri hücumuna cephanelikleri boşaldığı için bir türlü yeterli destek veremeyen eli ağır Fransız topçularına borçlu. Bir başka çalışmamda o dönemin ağır silahlarını karşılaştırmalı olarak incelerken Osmanlının toplarını daha uzun döktüğünü ve benzerlerine oranla daha hızlı yanarak genişleyen kara barut kullandıklarını anlatmıştım. Sadece toplar için değil, tüfekler için de aynı sistemi geliştirmiş olduklarından bu silahların yıkıcı etkisi diğerlerine göre elbette çok daha fazla ama bu güçlü silahlar, cephane desteğinin az ya da yavaş olduğu, kimi zaman hiç olmadığı durumlarda, Nice kuşatmasında görüldüğü üzere işe yaramıyor. Zaten Barbaros Hayrettin Paşa’nın sıklıkla cehpede ortaklık ettikleri Fransız kalyonlarının ve donanımlarının kötülüğünü, Fransız denizcilerin disiplinsizliğini dile getirip, ‘Barut yerine miğferlerinizi, ambarlarınızı neden şarapla dolduruyorsunuz?’ diye söylendiğini ve bu işbirliğinden hiç hoşnut olmadığını biliyoruz.
Aslında o sıralarda Barbaros Hayrettin Paşa şehri alsa da, Nice’teki küçük bir kaleyi ele geçirememenin ötesinde, lojistik açıdan daha önemli bir sorunla uğraşmakta, yaklaşan kış boyunca yüz on gemilik donanmasının bu soğuk ayları geçirebileceği güvenli bir liman ve yaklaşık otuz bin askerini bu süre boyunca doyurabilecek kaynak aramaktadır. Bu nedenle 6 Eylül 1543 tarihinde Fransız Donanması Komutanı François de Bourbon’a tüm bu sıkıntılarını ileterek kuşatmayı kaldıracaklarını bildirir. Barbaros Hayrettin Paşa’nın kuşatmayı kaldırmasındaki diğer nedenler arasında Markiz Del Vasto’nun Osmanlılara karşı ordusunu harekete geçirip, yola çıkmaya hazırlanan Andre Doria’ya destek vermesinin de olduğunu göz ardı etmemek gerek.
Barınma isteği üzerine Fransa Kralı I. François emrini verir: ‘Muhteşem Türk Süleyman’ın büyük komutanı Barbaros Hazretleri ve asil savaşçılar için hemen Toulon şehri hazırlansın. Şehirdekiler de Türklerle sorun yaşamamak için bölgeyi terk etsin…’
Bu emirden iki gün sonra 8 Eylül 1543’te Osmanlı Donanması Nice üzerindeki kuşatmayı kaldırıp Toulon’a yola çıkar. İşte tam o gün, yaklaşık iki haftadır kuşatma altında olan ve kaleyi teslim etmeyen Nice halkı, günümüzde efsana haline gelen olaylara tanık olurlar.
Yerel dilleri olan Niçard’da ‘Catarina Ségurana’ olarak adlandırılan çamaşırcı bir kadın, artık kuşatmanın kalkacağını haber mi almıştır, yoksa gerçekten kahramanlık dürtüleri ile o sırada mı harekete geçmiştir bilinmez ama, burçlardan birinde bayrak tutan bir askerin kafasına elindeki çamaşır tahtası ile vurarak bayrağı alır ve yine söylenceye göre, burçların üzerine çıkarak kalenin çevresindeki Osmanlı askerlerine ‘eteğini indirip, geri dönüp arkasını açarak’ meydan okur.
Bazı kaynaklar bu anı ‘Osmanlı askeri, bir kadınla bile başedemediğini görerek geri çekildi’ olarak not düşse de bizler asıl nedenin daha önce belirttiğim üzere zaten kuşatmanın gelen kış nedeni ile kaldırılması olduğunu biliyoruz. Ayrıca büyük bir coğrafyayı kontrol altında bulunduran Osmanlı Ordusunun bir kadından gelen bu tür bir tacizden korkmayacağını, belki sadece anlamsız ve utanç verici bulmuş olabileceğini yorumunu getirebiliriz.
Bu çamaşırcı kadının varlığını ve kahramanlık gösterisinin olabilirliğini tartışanlar var. Gerçeği bilmek zor, çünkü kuşatmanın canlı tanıklarından Jean Badat, Catherine Ségurane’dan anılarında hiç söz etmiyor. Bu efsane bir süre kuşaktan kuşağa anlatılan hikayelerde yaşadıktan sonra 1808 yılında Louis Androli bir kahramanlık şiiri yazıp, 1878’de Jean Baptiste Toselli de konuyla ilgili bir oyun sahneleyince, Catherine Ségurane tarihteki karanlığından sıyrılıp Fransa’da daha sık anılmaya başlanır. 1923 yılında Nice Limanı yakınlarına kabartma bir anıt-heykel yapılınca da bu kahraman kadın Nice yerel hikayelerinin önemli unsurlarından biri haline gelir.
Bizler yine Osmanlı Donanmasına ve günümüzde Fransa Deniz Kuvvetleri’nin merkez üssü olan Toulon’a dönelim. O kış boyunca Toulon Katedrali camiye çevrilmiş ve çan kulelerinden beş vakit ezan sesleri yükselmiştir. Hatta Osmanlı Akçesi tüm bölgede kabul görmeye başladığından, o dönemin gezgin yazarlarından biri ‘Toulon’u gören Constantinopolis’e gitmiş kadar olur’ demiştir.
Kış boyunca boş durmayan Osmanlı Donanması, gemilerin bir bölümü ile jeopolitik konumundan dolayı Toulon Limanı’ndan kolayca İspanya ve İtalya kıyılarına Amiral Salih Reis komutasında saldırılar düzenler, Katalunya kıyısında, Barcelona’nın hemen doğusunda yer alan Palamos ve Roses’i ele geçirip yağmalar.
Tarihsel açıdan değerlendirirsek, aslında Osmanlı donanmasının kışı Toulon’da geçirmesinin önceden imzalanmış olan ve geçerliliği devam eden Kapitülasyonların ötesinde, akıllıca planlanlanmış bir strateji olduğunu görürüz. Çünkü Osmanlılar, üs olarak kullandıkları güvenli bir limandan istedikleri yere akın yaparak Akdeniz’de Hıristiyan deniz ticaretini engellemekte ve bu arada tüm filoyu da Fransız bütçesi ile yenilemektedirler.
Oysa aynı zamanlarda karşı taraftaki Hristiyan ülkeler bu işbirliğinden rahatsızdır ve bu koalisyonu çözmenin yollarını aramaktadır. Diğer taraftan I.François’da artık Hıristiyan olmayan bir ülke ile birlikte hareket etmesinin doğru olmadığını daha sık düşünmeye başlamış, telkinlere kulak vermek durumunda kalmıştır.
Tüm be gelişmeler ve yakın zamanda Fransa Kralı I. François ile Kutsal Roma Cermen İmparatoru V. Charles (Şarlken) arasında imzalanacak olan Crespy Barışı’nın ayrıntılarının ortaya çıkması ile yaklaşan baharı da kaçırmak istemeyen Barbaros Hayrettin Paşa, yapılan anlaşma ile 800.000 Ecu (Fransız Altını) karşılığında yanında Kanuni Sultan Süleyman’a takdim edilmek üzere hediyelerle doldurularak verilen beş kalyonu da alarak Mayıs 1544’te İstanbul’a dönmek üzere demir alır ve o yüzyılın en ilginç işbirliği de böylece sonlanır. Barbaros Hayrettin Paşa da, Kanuni’nin geri dönüşte donanmaya eşlik etmesi için gönderdiği ek gemilerle 210 parçalık dev bir filoya komuta etmeye başlar.
Bu seferin getirdikleri aslında bu kadarla da kalmamıştır. Dönüş yolunda Cenova önlerine geldiğinde Barbaros, Turgut Reis’i de kurtarmak için tüm kenti kuşatma altına alır. Turgut Reis yıllar önce donanması ile Korsika’da iken saldırıya uğrayarak esir düşmüş ve yaklaşık dört sene boyunca Andre Doria’nın yeğeninin gemisinde forsa olarak kürek çekmiş, daha sonra Cenova’da hapsedilmiş, Barbaros’un defalarca salıverilmesi için para teklif etmesine karşın Andre Doria anlaşma yapmaya yanaşmamıştır.
Gücünün doruğundaki Barbaros Cenova’yı kuşattığında, Andre Doria kendisini Fassolo Sarayı’na davet ederek 3.500 Düka Altını karşılığı Turgut Reis’i serbest bırakır. Barbaros, Turgut Reis’e hemen filonun bir bölümünün idaresini verince de Turgut Reis te önce yakalandığı Korsika başta olmak üzere, Cenevizlilerin elinde olan çoğu limana dönüş yolunda akınlar düzenler.
İşte Hristiyan dünyasının ‘Kızılsakal’ anlamında ‘Barbarossa’ dediği Barbaros Hayrettin Paşa ve donanması, geride böylesine hikayeler, efsaneler ve top güllelerini bırakarak 1544 yazında Haliç önlerine gelir.
Fransızlar ise bugün hala 25 Kasım’daki ‘Azize Catherine Günü’nde Catherine Ségurane’ı anar ve Nice Limanı’nın hemen bir arka sokağında bulunan heykeli önünde tören yaparlar. Bizler de zaman zaman Fransız dedelerin torunlarını gezdirirken, Osmanlıya karşı çıkıp Nice’i kurtaran kadın kahramanlarının hikayesini doğrusuyla yanlışıyla anlatırken duyarız. Osmanlı Donanmasının gülleleri de, saplandıkları Vieux Nice’in ara sokak duvarlarında gelen geçeni sessizce seyreder.
Gökten üç gülle düşer. Biri Villefranche koyuna, biri Cimiez Kalesi’nin bedenlerine, biri de Nice’in arka sokaklarına…
8 Yorum
Özge Bey,
Osmanlı tarihini cok severim. Bilmediğimiz daha cok konu olduğuna eminim. Bu paylasim cok keyifli idi.
Umarım arkası gelir.
Hülya Hanım,
Osmanlı tarihi ve diğer konularla ilgili yazılarım devam ediyor, güzel sözlerinize çok teşekkür ederim.
Sevgili Özge,
Bu yazı ile sağlık ve mutluluk dolu günler diliyor, yanaklarindan öpüyorum.
Sevgili Hazım Ağabey,
Çok uzun zamandır görüşemedik, yaptığımız gezilerden sonraki ‘demi’ keyiflerimiz hâlâ aklımda.
Selam ve Hürmetler
Kalemine sağlık! Şahane bir yazı, müthiş bir kaynak.
Sevgili İbrahim,
Senin de çoks evdiğin coğrafyalar, beğendiğine sevindim.
Büyüksün Hacım, güzel bir yazı.
Selamlar
Teşekkür ederim değerli dostum.