Umre’de Peygamber Efendimizin (S.A.V.) Kabri Huzurunda
04 Nisan 2014 Cuma 14:30, Medine Suudi Arabistan
Değerli Dostlarım,
Biraz önce yaklaşık iki buçuk milyon Müslüman kardeşimiz ile Medine şehrinde, Hazret-î Muhammed Efendimizin (S.A.V.) Kabrinin bulunduğu Mescid-î Nebevî içerisinde Allah kabul ederse Cuma namazımızı kıldık. Neredeyse Efendimizin kabrinin tam önündeki ikinci açık avluda böylesine bir şerefe eriştiğimiz için ne kadar şükretsek azdır. Darısı hayırlısı ile sizlerin başına.
Namaz sonrası Mescidin hemen yakınındaki Hilton Medinah Otel‘deki odama geri dönüp bu özel anları sizlerle paylaşabilme heyecanı adına yazımı yazmaya başladım ama dışarıdaki kalabalık hâlâ dağılmış değil. Zaman zaman Cuma Namazı saflarının Mescidden biraz uzak olan bu caddelere dek taştığını belirtmek isterim. Aslında Medine’nin nüfusu bir milyonu ancak biraz geçiyor ama, Cuma gününün tatil olması ve çevre yerleşim merkezlerinden gelenlerin de eklenmesi ile bu yüksek cemaat sayılarına kolaylıkla ulaşılıyor. Özellikle dışarıdan gelenlerin avludaki tertemiz mermerler üzerinde yaptıkları piknik de görmeye değer.
Aslında Cuma günleri işin doğrusu Mescide biraz erken gitmek. 12:24’teki öğle namazı için bizler 11:00’de içeride yerimizi almıştık. Biraz sohbet ettik, biraz kendi vicdanımıza dönüp başımızı öne eğerek gözlerimizi yumduk ve düşüncelerimizin kıvrımlarında dolaştık. Zaman zaman da gözlerimizi yukarı kaldırıp Peygamber Efendimizin kabrinin yeşil kubbesine uzun uzun bakıp, daldık gittik.
Bu mevsimde hava da son derece lâtif. Sıcak sevenler üşümüyor, soğukta rahat edenler de terlemiyor. Elbette bunda bölge ikliminin yanısıra Suudi Krallığı’nın yaptırdığı havalandırma sistemlerinin büyük etkisi var. Mescidi ayakta tutan kolonların altına doğru, Kuran-ı Kerîm muhafazalarının durduğu rafların hemen altından klima sistemi soğuk hava üflerken, her biri yaklaşık 1.100.000 Amerikan Doları değerinde olan elektromekanik dev kolon şemsiyeler de adeta tüm açık alanları birleşik düzende kapayarak, kaplayarak güneşin yakıcılığını kesiyor. Bu şemsiyelerin altlarında ise elektronik olarak kontrol edilen ve serin su buharı püskürten dev vantilatörler var… Ben bu arada ilk Mescid ziyaretini gündüz yaptırdığımız ve bu açık şemsiyelerin altında gölgede gezdirdiğimiz dostlarımıza muziplik yaparak, akşam ziyaretimizde aynı avlulardan geçerken orayı hatırlayıp hatırlayamadıklarını soruyorum, ilk gelenler tam toparlayamıyorlar bulundukları yerleri. ‘Bu dik, çıkıntısız ince mermer kolonlar size bir şey ifade ediyor mu, anımsadınız mı?’ dediğimde iyice kafa karışıklığına düşüyorlar. Ne zaman ki ‘Bu kolonlar, gündüz gezdiğimiz avluların üstünün neredeyse tümünü örten dev şemsiyelerin toplanmış hâli!’ diyorum, o zaman hayretler içinde kalıyorlar.
Bu arada, Kuran-ı Kerîm dedim de… Her kolonun altında neredeyse her dilde Kuran-ı Kerîm var. Kahverengi ciltli Türkçe me’âli biraz zor bulunsa da, Fransızca, İngilizce ve diğer Batı dillerinin yanısıra, Malayca, Urduca, hangi dilde ararsanız, bir süre sonra bulabiliyorsunuz. Görevliler, yanlış rafa konulan Kuran-ı Kerîm’i hemen doğru yere yerleştirmeye özen gösteriyorlar. Ben bir İngilizce – Arapça sürümü aldım ve okudum biraz. Üç dört dili akıcı konuşmama rağmen, Arapça hep içimde kalmış bir yaradır. İşte bu Cuma Namazında bir kez daha bu duygu sardı beni. Belâgatı bu kadar yüksek, dil yapısı bu derece etkili ve kelimeleri bu kadar zengin bir dil çok azdır dünyada. Çok iyi Arapça konuşuyor ve okuyor olmayı o kadar ister(d)im ki…
Anlamlarını bildiğim Arapça kelimeler nedeni ile yaklaşık sadece yüzde beşini anlayabildiğim Cuma Hutbesi boyunca ve Namazdan önceki son dakikalarda Türkçelerini bildiğim önemli sûrelerin İngilizce çevirilerini dikkatle inceledim. Evet, mükemmel bir İngilizce ile yazılmış ama… Daha Arapça’dan Türkçeye çevrilirken bile o özgünlüğünü bir kumaş yitiren ifadeler artık İngilizce olunca bence yalnızca ‘konuyu açıklayan’ bir paragraf biçimine dönüşüyor. İçerik aynı ama o ağır ve geniş ve derin ve anlamlı ve Allahın kelâmı Arapça kelimelerin İngilizce karşılıklarına döndüklerinde hafiflediklerini görmek, İngiliz Dili Edebiyatı okumuş benim gibi biri için üzücü bir gözlem durumuna dönüşüyor. Daha ilk sûrelerde bile İngilizce’de birebir karşılığı olmayan ‘Rabb’ kelimesine en yakın karşılığı ‘Lord’ olarak okuduğumuzda, dediklerim daha iyi anlaşılır sanırım.
Mescidin tümü son derece temiz demiştim. Başta Bangladeş, Pakistan, Endonezya olmak üzere ekonomik durumu çok iyi olmayan değişik Müslüman ülkelerden gelen binlerce görevli Mescid-î Nebevî‘yi içi dışı ile, avluları ve çevresi ile tertemiz tutuyorlar. Geceleri yoğunlaşan bu temizlik seferberliği aralıksız devam ediyor. İçimden hepsine ‘Kolay gelsin’ diyerek, sırtlarına dokunmak geçiyor. Sokaktaki dilencilere sadaka vermek yerine, ya da vermenin yanısıra, oldukça düşük bir ücrete neredeyse gönüllü olarak çalışan bu fedakâr insanlara yardım yapmak bence daha doğru.
Susadığımız her yerde Zemzem suyu imdadımıza yetişiyor. ‘Allahın Suyu yahu!’ diyerek geçebilirsiniz ama evet! Gerçekten ‘Allahın Suyu’. Son derece lezzetli, adeta bal gibi. Dikkat edin, tatlı demiyorum, ‘bal’ sözün gelişi. Has suyun tadı olmaz, olmamalı ama ister içinde bulunduğumuz ruh haline verin, ister suyun gerçekten kendinde var olan o inanılmaz dokusuna, işte içildiğinde, bana ‘bal gibi su’ dedirtiyor. Bakalım, kısmet olur da gelirseniz size neler hissettirecek? Bu su üzerine çok şey yazıldı çizildi, hatta İslam dininin emrettiği ‘akıl’ çerçevesinin oldukça dışında yapılan açıklamalar da oldu ama, Zemzem kuyusunun hemen yakınlarındaki diğer kuyuların çoğunun tuzlu olduğunu öğrendiğinizde şaşırmayın. Hemen eklemek istiyorum, zaman zaman Suudi Arabistan, tuvaletlerin Zemzem suyu ile yıkandığı ve sifonlarda kullanıldığı konusunda eleştirilir ama bunun aslı yok. Bu tür temizlik işlerinde benim belirttiğim kuyulardan alınan tuzlu ve düşük kaliteli bu sular kullanılıyor. Hemen küçük bir hatırlatma: Zemzem suyu her zaman ayakta içilmeli, çömelerek ya da oturulurken değil. Ben, bir de yönümü tutturabilmişsem, Peygamber Efendimizin (S.A.V) kabrinin yeşil kubbesine bakarak içmeye özen gösteriyorum ki, sanki her damla bana iki kat tatlı imiş gibi geliyor…
Değerli Dostlarım… Bu satırlar aslında okumaya alıştığınız gezi yazılarımdan değil. Bir ‘Nasıl UmreYapılır?’ rehberi ise hiç değil. Çünkü bu konuların ayrıntılarını uzmanlarına, her yolculuğumuzda bizlere eşlik eden ve bıkmadan aynı heyecanla bizleri yeni ve ilginç bilgilerle donatan değerli hocalarımıza bırakmak gerek. Ben akademik olmaya çalışmadan, hislerimi ve hissettiklerimi sizlerle paylaşmaya özen gösteriyorum.
Bu arada, ifâsını sürdüğüm Umre seyahatim ile ilgili olarak sizlerden ilginç sorular geliyor. Bir sonraki yazımda Umre öncesi hazırlıklar ve Umre’nin anlamı ve bende uyandırdıkları üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum sizlerle. Aman dikkat! Ben bir Diyanet uzmanı değilim. Yalnızca yaşadıklarımı ve gözlemlerimi, önceden yaptığım Umre seyahatlarindeki mütevazı birikimimle, ön çalışmalarımla ve elbette buradaki değerli hocalarımızla gerçekleştirdiğimiz sohbetlerde öğrendiklerimle harmanlayarak sizlerle paylaşmaya dikkat ediyorum. Şimdilik sağlıkla kalın, Yüce Allahın Selamı hepimizin üzerine olsun.
YORUM YOK