Değerli Gezi Dostlarım,
Viyana’dan söz açıldığında ya da bu güzel başkenti gezerken aklımıza ilk gelenler arasında her an havaya karışan, burun deliklerimize girdikten sonra ruhumuzun rafine zevk merkezlerini okşayan, bizi kendine çeken kahve ve kokusu yer alır. Oysa beş yüz sene öncesine kadar kahveden habersiz yaşayan Viyana’da geleneğin başlangıcını Osmanlı ordularının yaklaşık yüz elli sene ara ile iki kez şehri kuşatmasında aramak gerekiyor.
Arzu ederseniz önce kısaca kuşatmalara değinelim. Çünkü çocukluğumuzdan beri bize öğretilenlerde bazı yanlışlık ve eksiklikler var. Okuldaki tarih derslerimizi anımsayın. Viyana Kuşatmaları her zaman ‘Osmanlı’ya tüm Avrupa yolunu açacak kilit’ olarak anlatıldı. Oysa Viyana’yı alsaydık, sonrasında Avrupa’da hangi noktaya kadar ilerleyebilirdik, düşünmek gerekiyor. 1529’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından gerçekleştirilen Birinci Viyana Kuşatması ile, 1683 yılında IV. Mehmet ile gerçekleştirilen ikincisini, kahramanlık edebiyatını bir kenara koyup akademik yöntemlerle değerlendirelim.
Osmanlı yönetiminde, planlama ve politik kurguların en azından Duraklama Dönemi sonlarına kadar gerçekten benzersiz olduğunu görürüz. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman gibi bir deha, danışmanları ile verdiği önemli kararlarda her türlü değişkeni dikkate almakta idi. Viyana bir şekilde alınsaydı bile büyük bir olasılıkla fetihler daha Batı’ya doğru devam etmeyecekti. Çünkü Kanuni Avusturya Arşidükü Ferdinand’a yalnızca bir ders vermek, Osmanlı’nın gücünü göstermek için Viyana’ya gelmişti. Daha Budin merkezli Macaristan’daki askeri yapıyı sağlamlaştırmadan Viyana ve devamına yürümek stratejik ve lojistik açıdan doğru olmayacaktı.
Osmanlı Orduları Kahlenberg Tepesi’nde
Zaten umulandan çok daha sağlam bir direniş ilk kuşatmayı başarısız kılmış ve Ordu-yi Hümâyûn İstanbul’a dönmüştü. İkinci kuşatma ise buna ön ayak olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kendi yaşamına mal olmuştur. Bu başarısızlık psikolojik savaş taktikleri açısından da, Osmanlı Ordusu için çok büyük kayıptır. Bugün Avusturya’nın başkentinde ‘Her Viyanalı Türkleri durdurduğu için gurur duyar’ denir. Doğrudur, kuşatmanın dayandığı duvarlar günümüzde Osmanlı gülleleri ile yan yana duran ve benzer cümlelerin yazılmış olduğu plaketlerle doludur. Yıllar önce de bir Viyana tramvayında yaşlı bir hanımın torununu uslu durmazsa, gelecek olan Türklere vermekle tehdit ederek susturmaya çalışıtığına kulak misafiri olmuştum.
Viyana Duvarlarında Kuşatmanın 300. Yılı Plaketi ve Osmanlı Gülleleri
Bu kuşatmalar beraberinde doğru yanlış efsaneleri ve hikayeleri de beraberinde getirmiştir. Örneğin son çare olarak Osmanlı ordusundaki lağımcıların patlayıcı yerleştirmek üzere gece sur altlarını kazmaya başlamaları, bu gürültüleri duyan ve yerin altında sabah ekmek yapan fırıncıların durumu komutanlara haber vererek kahraman olmaları anlatılanların başında gelmektedir. Kuşatma öncesi pide gibi düz hazırlanan ‘Croissant’ (Krosan Çöreği) Viyanalı fırıncılar tarafından kuşatma sonrası kahraman ilan edilen Polonya Kralı Sobieski’ye Osmanlı Sancağı üzerindeki hilali andıran şekli ile sunulmuş ve sonrasında tüm Avrupa’ya ‘Viyana Çöreği’ (Viennoiserie) olarak yayılmıştır. Hatta eşi XVI. Louis ile giyotin kurbanı olan Viyanalı Marie Antoinette, tam adı ile Maria Antonia Josepha Johanna de Habsbourg-Lorraine, Fransa’ya gelin giderken bu alışkanlığı da yanında götürmüş ve Fransızları bu tat ile tanıştırmıştır. Düşünüyorum da aslında tuzlu Bagel bile, şeklini simitlerimizden almış olabilir.
Croissant Viennoiserie (Viyana Ay Çörekleri)
Kuşatmalarla ilgili bir diğer söylence de müzikle ilgili. Geri dönerken ağırlıklarını bırakan Osmanlı Ordusu’nun ganimetleri arasında Mehter Takımı simballeri, kös davulları, hatta üçgen ziller (triangle) bulunmakta. Bu aletler kuşatma sonrası Batı Müziği’ne girmiş. Aslında ağır, taşınması zor simbal ve davullar anlaşılabilir de, küçücük ve hafif üçgen zilin cebe konularak geri götürülebileceğini düşününce gülümsemekten kendimi alamıyorum. Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin zimmetli demirbaşını bırakmak hoş değil.
Sözü artık kahveye getirecek olursak, gerçekten de Osmanlı Ordusu geri dönerken diğer tüm gereksiz ağırlıklarla beraber çekilmemiş kahve çuvallarını da bırakmıştır geride. Surların dibindeki kahve çuvalları da göstermiş olduğu kahramanlıklar nedeni ile kuşatma sonrası Ukrayna asıllı Polonyalı Jerzy Franciszek Kulczycki’ye verilmiştir.
Ukrayna – Polonyalı Jerzy Franciszek Kulczycki
Kulczycki’nin kahramanlığı da ilginç aslında. Ukrayna’da doğan ve Belgrad’da bir süre çalışan bu genç akıcı bir Türkçe öğreniyor. Daha sonra Viyana’da yaşamaya başlayan bu tüccar, şehir kuşatmanın sonlarına doğru açlıktan kırılırken bir gece Türk giysileri ile surlardan gizlice dışarı çıkıyor ve Mehter Marşları mırıldanarak şehrin hemen dışındaki Kahlenberg Tepesi üzerinde konuşlanmış Osmanlı Ordusu’nun uzağında bekleyen Lorraine Dükü Charles’a ulaşıp son haberleri alıyor. Dük’ten çok yakında büyük bir Haçlı Ordusu’nun kuşatmayı kırmak üzere yardıma geleceğini öğreniyor ve hemen geri dönüp bu bilgiyi Viyana’ya ulaştırıyor. Tam şehrin anahtarını Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya vermeyi düşünen Şehir Konsül Heyeti de, savunmaya son güçleri ile devam etme kararı alıyor.
Kuşatma sonrası bu tüccar da, kendisine verilen çuval çuval kahve ile Avrupa’nın üçüncü, Viyana’nın ilk cafesini Schlossergasse’de açıp adını ‘Hof Zur Blauen Flasche’ yani ‘Mavi Şişenin Altındaki Ev’ koyuyor. Bu arada Cappuchin rahip arkadaşı Marco d’Aviano da acı kahveyi bal ve süt ile tatlandırıp köpürttüğünde elindeki karışımın rengi kendi elbisesini andırdığından, hemen isim babalığı yapıyor ve Kutsal Roma İmparatoru I. Leopold’e sunulan bu özel sunuma ‘Cappuchino’ denmeye başlıyor.
Cappuchino’ya Adını Veren Viyana Manastırı ve Rengini Veren Cappuchin Rahibi
Kulczycki iyice tanınmaya başladığında işi abartıp büyük bir pazarlama taktiği ile kahveyi Yeniçeri giysileri ile sunmaya başlıyor. Osmanlı’nın hiç kullanmadığı sütü de bol tutuyor farklı tatlar bulabilmek için. İşte o günlerden sonra kahve Viyana’nın adeta bir parçası oluyor.
Viyana Merkezindeki Kulczycki Caddesi ve Yeniçeri Giysileri ile Kahve Sunumu
Karlı bir 20 Şubat 1694 sabahı Kulczycki yaşama veda etse de günümüzde tüm Viyana Café sahiplerince ‘Pir’leri sayıldığından, anısı her sene Ekim ayında yapılan bir festivalle yaşatılıyor ve café camlarına resimleri asılıyor. Bugün Viyana merkezde yer alan Kulczycki Caddesi’nin başındaki bir binanın köşesinde de büstü yer almakta. Viyana’da iseniz en azından bir kere adeta sanat eseri gibi pastalar yapan, kahve için onlarca seçeneği menüsünde sunan tarihi café’lerden birine mutlaka gidin. En güzelleri arasında Sacher, yaya yolu ve lüks alışverişin merkezdeki kilise ile kesiştiği noktaya yakın Kohlmarkt’taki Demel, Belediye Sarayı yanında Cafe Einstein, Cafe Mozart, bohem havası ile Cafe Hawelka ve Central Cafe sayılabilir.
Günümüzde tarih bilen her Viyanalı, kahvesinden ilk yudumu alırken mutlaka bu ilginç, kahramanlıklarla dolu, renkli ve hüzünlü hikayeleri anar.
YORUM YOK