Değerli Dostlarım,
Yaklaşık otuz senedir mesleğimden ötürü Türkiye ve tüm dünyayı geziyorum. Özellikle uç coğrafyalara gerçekleştirdiğim geziler ile dünyada gitmediğim ve konuklarımı gezdirmediğim yer neredeyse kalmadı. Ama bana her zaman post modern zamanların tüm ezici ve bozucu içeriğine direnen yerlilerin olduğu bölgeler ilginç geliyor. Kimi zaman Amazonlar, Amazon yerlileri, Afrika’nın iç bölgeleri, Avustralya, Amerika Nevada’da belgeselleştirip radyoda yayınladığım Mojave Kızılderilileri, kimi zaman da Yeni Zelanda’nın çok az bilinen Māori Kabileleri.
Bu çalışmamda sizleri Māori Kültürü’nün son derece önemli bir parçası olan davet, kabul ve akşam yemeği törenlerine götürmek istiyorum. Hazırsanız başlayalım. Ama önce biraz Yeni Zelanda.
Türkiye’den oldukça sık gerçekleştirdiğim Avustralya ve Yeni Zelanda gezilerinin en sevdiğim bölümleri karadan ulaşımın neredeyse olmadığı, ülkenin güneyi ‘South Island’ içinde bulunan, Tolkien’in efsaneleşmiş ‘Yüzüklerin Efendisi’ film serilerinin çekildiği doğa harikası Fiordland. Diğeri de artık iyice azalmış Māori nüfusunun yaşadığı, Kuzeyde ‘North Island’da yer alan Rotorua, Whakatane ve Tauranga bölgeleri.
Ne yazık ki zaman darlığı ya da bütçe sıkıntıları nedeni ile çoğu seyahat acentasının aklına Yeni Zelanda dendiğinde yalnızca iki – üç gün Auckland geliyor. Adeta sadece İstanbul’a bir kaç gün gelip tüm Türkiye’yi anlamaya çalışmak gibi. Ben bu düşünceyi biraz olsun kırmak adına gemi gezilerinde özellikle iki gün boyunca Fiordland içine Pasifik Okyanusu Tazmanya Denizi’nden girip dünyaca ünlü Milford, Thompson, Doubtful Sound gibi akıl almaz güzellikteki fiyordları, Browne ve Sutherland gibi ‘dünyanın en yüksek’ şelâlelerini gösterdiğim rotaları seçmeye özen gösteriyorum. Bu gemi gezileri ile ayrıca Dunedin, Christchurch, Tauranga, Rotorua ve Wellington gibi şehirleri de konuklarıma gösterebildiğim için Yeni Zelanda’yı değişik yönleri ile de tanıtabiliyorum.
Hele bir de Avustralya sonrası kara gezisi yapıyorsam, değmeyin keyfime! İşte biraz önce değindiğim Yeni Zelanda’yı ‘Yalnızca Auckland’ olarak gören tur programlarının aksine, pusulamı önce Güneyde yer alan ‘Queenstown’a çeviriyorum. Queenstown kara ulaşımının neredeyse olmadığı Fiyordlar için adeta bir geçiş kapısı. Yeni Zelanda’nın en derin üç Fiyord gölü Hauroko, Manapouri ve Te Anau olduğundan, Te Anau kıyısında huzurlu ve dingin iki gün geçirip, bu tatilin bir gününde inanılmaz bir doğa içinde otobüs, gemi ve özel küçük uçak ile konuklarımı Milford Fiyordu’na götürüyorum. Buraları ilk kez gören dostlarımın dilleri bu güzellikler karşısında tutuluyor. Elbette, bu doğa harikalarını sadece denizden değil, karadan, dağ zirvelerinden ve uçaktan da gösterebiliyor olmak benim için harika bir meslekî doyum, onlar için de inanılmaz bir deneyim…
Gelelim ülkenin benim en sevdiğim ikinci bölüme, sayıları gittikçe azalan Māori yerlilerinin yaşadığı, yaşamaya çalıştığı North Island coğrafyalarına. İşte burada da bu değişik ve gururlu insanları tanımak için kısa bir gezi, bir kaç küçük saat yetmiyor.
Yaptığım gezilerde bu bölgeye iki gün ayırarak, konuklarımı bir geceyi Māori köyünde geçirmeye davet ediyorum. Yaşadıkları yerler, kabul törenleri, evleri, gelenekleri, müzikleri, şarkıları, yemekleri ve alışkanlıkları ile… Ömür boyu anımsanacak olan bu zaman, işte ancak Yeni Zelanda’yı neredeyse bütünüyle anlamamıza ve görmemize yardımcı oluyor.
Şimdi anladınız mı neden ‘Yeni Zelanda’yı yalnızca Auckland’ olarak gören turistik zihniyete karşı savaş verdiğimi? Eh, ben de daireyi kapatmak adına, gezimin sonunu Auckland’a bağlıyorum ama, ille ayrı bir tat katacağım ya, programa ülkenin yükselen yıldızı Hamilton şehrini ve yüz binlerce ateş böceğinin aydınlattığı bir yeraltı gölünün olduğu Waitomo’yu da gösteriyorum. Daha ne olsun?
Sözü çok uzattım. İsterseniz hazırlanın, sizi bu akşamüstü bir Māori Köyü’ne götüreyim. Rahat giyinin ve biraz aç gelin. Kameralarınızı da unutmayın. Yalnız tek bir ricam var! Sözlerime kelime kelime uymanız gerekiyor, çünkü bir Māori Kabilesi içine kesinlikle paldır küldür girilmez, girilemez. Çok ayrıntılı bir kabul töreni ve uzun bir süreç var, sessiz olmanızı bir kez daha anımsatıyorum. Haydi, geçin bakayım arkama, düşelim yollara…
Değerli Dostlarım,
Bu çalışmam, Māori yerlilerini her yönünü anlatmaya yönelik değil, lütfen not edin, yoksa saatlerce konuşup yazabilirim. Ama unutmayın, kendilerine verdikleri isim bile öylesine alçakgönüllü ki. ‘Māori’ kendi dillerinde, ‘sıradan, doğal, normal’ anlamına geliyor. Yani biz ölümlüler, onların deyişi ile ‘Tāngata Māori’. Bu tanımlama kendilerini ilahları, Tanrıları ve ruhları ‘Wairua’dan ayırıyor.
Sizi götüreceğim törenin adı ‘Te Rā’ ve ‘Te Pō’. Ayrıntılı bir kabul töreni, selamlama, danslar ve akşam yemeği. Elbette bu organizasyonu yalnızca Rotorua’da ve aylar öncesinden yaptığım bir rezarvasyonla gerçekleştirebiliyorum. Yoksa, yine Auckland yakınlarında gidilen ‘Çakma Ayin’lerden değil bu. Törenin özü ise kabileler arasında dostluklar kurmak, hoş sohbetler yapmak, eski efsaneleri anıp hikâyeler anlatmak, birlikte bir yemeği paylaşmak ve gecenin sonunda tok bir karınla (Puku), harika anılarla buradan ayrılmak.
Bu uç coğrafyalara sizi ben davet ettiğim için, kabilenizin / kabilemizin şefi olmak da benim görevim. Bir ziyaretin, bir şef eşliğinde gerçekleştiriliyor olması en önemli koşul.
Tören öncesi yerlilerin, ataların ruhları ile birlikte yaşıyor olduklarına inandıkları gazyerler, yer altı suları ve buhar püskürten kayalarla bezenmiş bölgeyi geziyoruz. Bu termal sularla kaplı yerde basınçlı su püskürmelerinin gölgesinde, dünyada çok az bilinen Kiwi kuşunu görüyoruz. Ne yazık ki yeni kuşaklara ‘Kivi / Kiwi’ denince yalnızca meyve geliyor akıllarına, çok azının soyu tükenmekte olup hâlâ sadece Yeni Zelanda’da yaşayan bu küçük kuştan, hayvandan haberi var. Yine bu yürüyüşte, yüzlerce yıllık geleneklere uygun olarak örgü işleri, taş ve ahşap oymacılığı yapan ustaları da inceleme olanağımız oluyor.
Bu geziler sonrası ‘Te Pō’ özel saatlerimiz başlıyor. Kabile şefiniz olarak ben, günbatımından önce sizleri çevreme toplayarak sizlere bir Māori hikâyesi ya da efsanesi anlatmak istiyorum. Çevreme toplanıp daire olun lütfen. Bu zaman dilimi Māori’ler için çok önemli, çünkü yaşanan dünya ‘Te Ao Mārama’nın, ‘Gece Tanrısı Ranginui’nin ‘Toprak Ana Papatūānuku’yu kucaklaması ile bu sıralarda ortaya çıktığına inanılıyor. Sizler için bu akşam ‘Māui Güneşi Nasıl Yavaşlattı’ hikyayesini anlatacağım… Sessizlik lütfen.
‘Kia Ora! Bir varmış bir yokmuş… Efsane ülke Aotearoa’da Kiwi tellâl, pire berber iken, Māui adlı bir Maori yaşarmış. ‘Māui bir gün arkadaşları ile akşam yemeği pişirirken, güneş yavaşça batmaya başlamış…’
Değerli Dostlarım,
Masal güzel ve uzun. Arzu ederseniz gerisini, benimle Yeni Zelanda’ya geldiğinizde anlatırım. Çünkü burnunuza harika yemek kokuları da gelmeye başladı, biliyorum. Bu dumanlar hemen yakınlarda, bizim ziyaretimizi öğrenen kabilenin öğleden beri yerin altındaki sıcak yeraltı fırınlarında, toprak kaplarda pişirmekte olduğu kuyu kebabı Hāngi’den geliyor. Havadaki o değişik koku ise bölgede yetişen Manuka ağaçlarının yaprakları. Etler bu yapraklara adeta dolma gibi sarılarak, iki saat önceden ısıtılmaya başlamış tuğlaların arasına konuluyor.
Ama durun! Karnımız acıksa da, biz daha bu bölgede yabancıyız! Önce Māori’ler tarafından kabul edilmemiz gerekiyor. Bunun için geleneksel karşılama töreni Powhiri’ye katılacağız. Tekrar ediyorum, birbirini ilk kez gören iki topluluğun bu tören olmadan birlikte aynı yerde olması yerli inancına göre olanaksız.
Önce ‘Rotowhio Mara’ önünde toplanıyoruz. ‘Misafir Evi’ anlamına gelen Marae’de hafif ürpertici bir tören bizleri bekliyor. Kabuklu deniz hayvanlarından yapılmış Pūtatara adı verilen bir borazan uzun uzun çalınarak gelişimiz tüm köye bildiriliyor.
Bu süreçte Māori saygı kuralları çerçevesinde benim ve kabilemin son derece sessiz olması çok önemli. Pūtatara sonrası ikinci ve zor bölüm olan ‘Meydan Okuma’ yani ‘Wero’ başlıyor. Bir Māori savaşçısı ‘Toa’ grubumuza yaklaşarak, erkeklerin arasından seçilmiş olan şefe, yani bana meydan okuyor.
Benim de gözlerime dik dik bakan ve terslenen Māori savaşçısına, dayanamayıp aniden kafa atmam ve yumruklaşmaya başlamamız sonrası, tören de, ziyaret de, gezi de yazı da aniden sona eriyor.
Şaka! Elbette böyle olmuyor. Ben, elimdeki tören âsâsını yere bırakarak, barışçıl amaçlarla geldiğimizi gösteriyorum ve bunun sonucunda savaşçı Toa hafifçe yere eğilerek beni ve sizleri selamlıyor. Aslında eski zamanlarda bu karşılama nöbetçi, barışçı ve savaşçı olmak üzere üç kabile üyesi eşliğinde yapılmakta idi, günümüzde ise kadro azlığı nedeni ile hepsi Tao’nun bedeninde sembolik olarak birleştiriliyor. Anımsatayım, yine o zamanın anlayışına göre bu tören sırasındaki saygısızlıklar çoğu kez ölümle sonuçlanabiliyordu.
Tao bu karşılama sonrası kendi kalçalarına vurarak köyün gerisinde bizi izleyen arkadaşlarına barış daveti işaretini veriyor ve eliyle yaptığı sembolik hareket ile içeriye açılan yolu temizleyerek bizleri kabul ediyor.Bizler hemen yürümeye başlayamıyoruz çünkü Marae’ye olan bu gidişimiz ancak bu savaşçının sırtını dönerek hayali bir halatı bize bağlayıp çekmesi ile gerçekleşebiliyor.
Tam Marae’ye giriş öncesi ziyaretçilerin gelenekleri ve kendi atalarına saygı adına kadın Māori’lerden biri bizi ‘Karanga’ adı verilen ‘Hoş Geldiniz’ töreni ile karşılıyor. İşte bu şarkı, dans ve çağrı ile bizler Marae’den ‘Ataların Toplandığı Yer’ anlamına gelen ‘Tupuna Whare’ye varabiliyoruz.
Bu yerde karşılıklı nezaket konuşmaları ‘Whaikorero’ töreni yapılıyor. Artık bir aile bireyi ‘Whānau’ olduğumuzu Māori Şefi tören konuşmasında kabileye açıklıyor ve süreç geleneksel Waiata şarkıları ile devam ediyor. Ata efsanelerinin ve Māori hikâyelerinin ruhunun el ve vücut hareketleri canlandırıldığı ‘Waiata A Ringa’ şarkıları bu kültürün geçmişini gözlerimiz önüne sermeye başlıyor.
Akşamımızın devamında kültürel gösteri ‘Kapa Haka’ var. Bu gösteri tüm Te Puia bölgesinde olduğu üzere geleneksel hikâye anlatma ve ağır hareketlerden oluşan Poi dansının bir parçası. Sadece Māori’lere özel Poi Dansı aslında yüksek bir yetenek gerektiriyor. Adeta büyüleyici bir bütünlüğü olan bu hareketlerin yapıldığı dansa, sadece kadın misafirler davet edilebiliyor.
Şimdi sırada çok merak edilen ve ‘Meydan Okuma’ anlamına gelen daha şiddetli ve vahşi ‘Haka Dansı’ var. Önce kabilenin yerlilerini izliyoruz. Dansın asıl amacı savaşçıları ruh ve bedenleri ile ölümcül bir savaşa hazırlamak ve düşmanların direncini kırmak. Çılgınca bağırışlarla süslenen bu hareketli ve korkutucu dansın ikinci bölümüne ben de katılıyor ve sadece erkek konuklarımı da davet ediyorum.
Haka dansı sonrası daha eğlenceli olan çubuk oyunu ‘Titi Torea’ya davetliyiz. Bu dansın ustaları çubukları müziğin ritmi ile hızla oynatırlarken, göz ve el uyumunun en ilginç örneklerini sergiliyorlar. Bir oyun gibi görünmesine karşın bu dansın, çatışmalara hazırlanan savaşçıların hızını ve hareket yeteneklerini artırdığını biliyor muydunuz?
Tüm bu gösteri, dans ve müzikle ruhumuz doyuyor. Ama acıkan bedenimizin sesine kulak verme zamanı geldi sonunda. Başka bir bölümde verilen geleneksel akşam yemeğine davet ediliyoruz. Son derece ilginç olan bu Māori ziyafetine ‘Hākari’ adı veriliyor. Yemek, sadece doymak değil. Davet, kabilenin şerefi ve ‘Mana’ olarak adlandırılan prestiji açısından son derece önemli.
Mutfak sadece yerli ürünlerden oluşuyor. Yeni Zelanda istiridyeleri, ekmekler, soslar, Kawakawa bitkisinden yapılan yerel bir içecek ve Manuka ağacından elde edilen anti-bakteriyel bal var soframızda. Ana yemeğimiz ise başlı başına ayrı bir deneyim. ‘Hāngi Usulü’ adı verilen, bizim kültürümüzdeki tandır yöntemini andırırcasına toprağın altında pişirilen değişik otlarla tatlandırılmış tavuk, dana ve kuzu etleri, sebze ve salatalar, sade bir sunumla yerel şaraplar, bira, meyve suları eşliğinde takdim ediliyor. Elbette, tatlı, çay ve kahve için de biraz yer bırakmayı unutmamak gerek…
Yemek sonrası ise konuklarımı ‘Waka’ adı verilen küçük bir araç ile ‘Işıklar Altındaki Vadi’ gezime götürüyorum. Çünkü gecemizin finalini, yeryüzünün yarılıp dışarı çıktığı bu coğrafyada buhar püskürmeleri ve ışıklandırılmış manzaralar ile yapıyoruz.
Yıldızlarla bezeli Güney Yarımkürenin altında dostlarımı bir kez daha çevreme davet edip, ılık sıcak binlerce yıllık kayaların üzerine oturtuyorum. Sıcak çikolatalarımızı içerken, Türkçe anlattığım Māori efsane ve hikayelerine, ışıklandırılmış ve sessizce homurdanan Pohutu Gayzeri eşlik ediyor:
‘… Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman, kalbur saman içinde, ‘Uzun Beyaz Bulut’ anlamına gelen ‘Aotearea’ diye okyanusların ötesindeki dev bir adada Māözge adında bir gezgin yaşarmış…’
1 Yorum
Evet, biz bu güzel danslara ve törene yapmış olduğunuz periscope yayınınızla katılmıştık, çok keyifliydi…