SÖZCÜ GAZETESİ ÖZLEM GÜRSES VE ÖZGE ERSU İLE LAPLAND

4.341 • 9 Mart 2016 • Röportaj • 10.545 GÖRÜNTÜLEME

ozge-ersu-roportaj-sozcu-gazetesi-ozlem-gurses-lapland

Değerli Dostlarım,

Geçtiğimiz ay, 2016’nın en soğuk günlerinde, Finlandiya’da çok özel bir coğrafya’da Kuzey Kutup Dairesi’nin hemen üzerinde Sözcü Gazetesi’nin önde gelen gazeteci yazarlarından Özlem Gürses Hanımefendi ile bir araya geldik.

Bu soğuk enlemlerde Husky’lerin çektiği kızakların üzerinden ya da Ren Geyikleri’nin arasından yaptığım Periscope canlı yayınlarının, Snowmobile’lar ile donmuş göllerdeki safarilerimizin ve hoş akşam yemeklerinin arasına uzunca bir röportaj sıkıştırmayı başardık.

Bu keyifli sohbet 6 Mart 2016 Pazar günü Sözcü Gazetesi’nde yayınlandı. Sayfalardaki yer belirli olduğundan, konuştuklarımızın tamamını sizlere okutma olanağım olamadığı için, sizlere bu röportajımızı eksiksiz olarak takdim etmek istiyorum.

Tüm bu süreçte röportajı gerçekleştiren Özlem Gürses Hanımefendi’ye ve yayınlanmasında emeği geçen tüm Sözcü Gazetesi çalışanlarına içtenlikle teşekkür ederim. 

01 Şubat 2016, Rovaniemi Saarenkylä, Finlandiya

(Röportajın gazetede yayınlanan yüksek çözünürlükteki özet sürümü için tıklayınız)

 

RÖPORTAJ                  Özlem Gürses, Gazateci Yazar, Sözcü Gazetesi

FOTOĞRAFLAR           Özge Ersu, Yurt Dışı gezileri Turizm Uzmanı ve Profesyonel Turist Rehberi

‘Genelde çoğumuzun en büyük hayali müthiş bir ev, lüks bir araba. Gezmek sizce neden kimsenin aklına gelmiyor?’

Gezmeyi bilenleri ve sevenleri ayrı tutarak başlayalım. Örneğin benim geniş tablo koleksiyonları olan dostlarım var. Ellerinde tarla olarak sürseler bir ömür boyu bitiremeyecekleri arsaları olan tanıdıklarım var. Sekiz tane evi olup, dokuzuncusunun borcuna giren tanıdıklarım var.

Haydi bir ev, bir arabayı bir kenara koyup, onlar elde edilene kadar biraz tutumlu olmalarını anlarım. Ama geri kalanı yığma taş, duvar, yüz sene sonra kime kalacağı belli olmayan bildiğin toprak işte… Kaç sene (daha) yaşayacağız ki? Bir insanın belirli bir yaşam düzeyini sağladıktan sonra kendi ölçeğinde gezmesinden daha güzel ne olabilir? Kendisine ve ailesine başka nasıl bir hediye verebilir ki?’

Akıllara gelmemesinin, gelse de gerçekleştirilememesinin nedeni bence mülke olan düşkünlüğümüz, belki üzerimizde Demokles’in Kılıcı modeli sallanan bir baltaya sap olma baskısı, belki de görüp öğrenilenlerin elle tutulamamasından ötürü bu deneyimlerin boşa giden paralar diye değerlendirilmesi…

Sanki biraz konar-göçerlik kumaşımız ile, üstüne az Orta Doğu serpilmiş davranış modellerimiz, diğer taraftan da bizi kolumuzdan çekiştiren Avrupa ile Asya arasında ‘arafta’ kalmışlığımız…

 

‘Siz neden yaşamınızı değiştirip uzman bir gezgin oldunuz?’

Kendimi bildim bileli astronot olup uzaya gitmek istemiştim. Ancak çocuk aklımla Samsun Atakum’da ‘Astronot Meslek Yüksek Okulu’ olmadığını anlamam uzun sürmedi. Yörüngeyi düşürüp savaş pilotu olmaya karar verdim ve çok yaklaştım. Ara sınıftan okulu bırakıp Kuleli Askeri Lisesi’ni kazandım. Kısacık bir umut sonrası koleje kös kös geri dönünce ellerimi yumruk yapıp yukarı kaldırdım ve ‘Yeneceğim seni eyy gökyüzü!’ diye bağırdım…

Sonra olanlar oldu. Turizmci oldum, uzmanlığımı uzaklar üzerine yaptım. Şimdi bir kaptan kadar tüm dünya denizlerini dolaşıyor, bazı aylar bir pilota izin verilenden daha fazla saat uçuş yapıyorum. Mutlu muyum? Evet, çok! Gerçi artık yolculuğun kendisi mi, yoksa gidilecek yer mi daha çekici, bu sırrı çözdüm ama söylemem!

 

‘Kimler hangi nedenlerle dünyayı geziyor?’

Ben en genç öğrenciden Cumhuriyet’in kuruluşunu görmüş öğretmene, Türkiye’nin en zenginlerinden son derece kısıtlı olanakları olan çiftlere, İstanbul’u görmemiş sevgili gıda bayi kardeşlerimden T.C. Başbakanları ve Cumhurbaşkanları’na dek her kesimden vatandaşımı gezdirdim, onlara rehberlik yaptım. İçlerinde yaşamı boyunca bir kez yurt dışına çıkacak olanı da gördüm, benden çok gezeni de.

Amaçlar ayrı elbette. Şirket motivasyon gezileri var, Amok Koşucusu gibi ‘Kısa zamanda her ama her şeyi görelim’ diyenler de. ‘Beni öğleye doğru uyandır, Koala modeli tembel gezelim’ diyen de var, aynı yere on kez giden de. Olsun… Her yolculuk ayrı bir deneyimdir. Daha önce bir uçtan diğerine Kanada’yı gezmiş, bir de benimle gelen bir konuğuma ‘Ben hiçbir şey görmemişim’ dedirtebiliyorsam, işimi doğru yapmışım demektir. O gezi de, o neden de anlamını bulmuştur bu durumda.

 

‘Gezmek maddi olanaklara mı bağlı hep?’

Bence birebir bir bağlantısı ya da örtüşme durumu yok. Benim bir çok genç arkadaşım ucuz bir uçak bileti bulup, iki-üç yüz Amerikan Doları gibi inanılmaz düşük bütçelerle Uzakdoğu’ya giderek bir kaç hafta gezebiliyorlar. Elbette yattığınız yeri beğenip, sırt çantanızdaki bir sıkımlık diş macunu, iki t-shirt ve küçük bir el havlusu ile idare etmeyi bilecek, otostopla ulaşım sorununuzu çözeceksiniz. Umduğunuzla değil bulduğunuzla mutlu olacaksınız. Ha bu model herkese, her yaşa uyar mı, tartışılır. Daha çok güç kuvvet yerinde iken, heyecan ve ufak dertlere takılmama durumları yerini daha rafine zevklere bırakmamışken evet…

Diğer yandan, tonlarca parası olup kendi parası ile gezemeyen, gezmeyi bilmeyen tanıdıklarım da var. Dünyanın en lüks uçuşu ile güzel bir kente gidip, en lüks otelde bir kaç gün geçirip, bildiği bir iki restauranttan öteye yol bulamayan, gittiği caddeden başkasını keşfetmeye gönlü olmayan, sonra da gezdiğini düşünüp memlekete geri dönenler…

Sonuç olarak, buradaki ilk değişken para değil, belirli bütçe ile ‘gider/kalite’ oranını tutturabilmek.

 

‘Sizin yaklaşık 2006 senesinden beri aralıklarla, son yıllarda ise kesintisiz yaptığınız yurt dışı gezileri hangi aralıkta yer alıyor? Özge Ersu Gezileri’nin yanındaki ‘Signature Collection’ ne anlama geliyor?’

‘Signature Collection’ benim kendi imzamı atmış olduğum geziler. Her dakikasında, her bir servis ayrıntısında benim izlerim var. Artık ben gezilerimi ‘Ulaşılabilir Lüks’ Affordable Luxury ile Grand Deluxe arasında konumladım.

Yurt dışı geziler sektörünün her bölümüne emek verip deneyim kazandığım için, artık tüm birikimlerimi kullandığım bu senelerimde, kendimi bu ‘ayrıcalıklı servisler’ ile ödüllendirmek istedim.

Kısacası, her şeyin en iyisi neyse o olacak, en güzeli neredeyse orada olacak, eksik hiçbir şey kalmayacak! Eskiden, davul da tokmak da bende değilken, yani düşük bütçeli gezilere rehberlik ettiğim zamanlarda önünden geçerken başımı eğdiğim şatolar, tabelasına bakarken sessizce kafamı çevirdiğim lüks restaurantlar vardı.

Bu konuda alçak gönüllü olamadığım için beni affedin ama şimdi konuklarımı o şatoda ağırlıyorum, restaurantımız da, kaç yıldızı varsa işte orası… Çoğu arkadaşım keyifle uyurken, ben günler, geceler boyu aralıksız çalıştım, şimdi de bu zorluklarını çekerek biriktirdiklerimin keyfini sürüyorum diyelim…

 

‘Bu gezilerinize katılanları nasıl bir deneyim bekliyor?’

Fazla uzun tutup sizleri sıkmayayım ama kısmet olursa 2016 yılında gerçekleştireceğim gezilerin içeriğini ve orada yaşatmayı planladığım deneyimleri kısaca sayayım:

Katılımcılarımı bu sene bir aksilik olmazsa küçük uçak ile Yeni Zelanda Fiyordları, büyük askeri helikopterler ile Sri Lanka Çay Vadileri, Patagonya Buzulları, özel yat ile Galapagos Adaları, Kuzey Kutup Dairesi’nde Husky kızaklar ve Ren geyikleri ile gece Kuzey Işıkları Aurora Borealis safarileri, buzkıran gemiler ile donmuş denizler ve buzda yüzme deneyimi, Victoria Şelâleleri’nde akşam yürüyüşleri, Güney Afrika ve Zambia’da orman içinde vahşi doğa konaklamaları bekliyor.

Baharda ve yaz aylarında ise sırada Alaska’da somon ve Grizzly Ayı mevsimi, büyük balık avı turları, köpek balığı dalışları ve balina yakınlaşmaları, tematik gezilerde Formula 1 yarışları, Japonya Kiraz Çiçeği Sakura gezileri, Amerika Birleşik Devletleri baştan başa West Coast ve Route 66 rotaları, Dünya Kadınlar Günü ve Sevgililer Günü kutlamaları var.

Yılın değişik zamanlarına da yılbaşının Yeni Zelanda Auckland’da ilk ve Brezilya Rio de Janeiro’da son kutlandığı saatlerdeki partileri, müzik programlarında İsviçre Montreux ve Kanada Montreal Caz Festivali benzeri değişik tatları, Verona Operası, San Remo ve Eurovision Şarkı Yarışmaları, Viyana Yılbaşı Konseri, New York Jazz, Chicago Blues temalı gezileri serpiştirdim, tüm senem doldu bile!

 

‘Bildiğimiz kadarı ile turizm sektöründe kendisini yetiştiren bir çok genç arkadaşa da öncüsünüz. Üniversitelerde konferanslar verip, eğitimler yapıyorsunuz. Sizi kıskanıyorlardır. Neler öneriyorsunuz bu gençlere?’

Özlem hanım, iyi haber, çok yetenekli meslektaşlarım var içlerinde… Kötü haber ise bu oran belki yüzde on. Onlar bana bakıp, artık kendi işinin zirvesinde olan bir ağabeylerini görüyorlar. Ama çoğu, aradaki otuz çalışma yılımı atlıyor. Ne yazık ki, belki de ne iyi ki, şans sadece filmlerde var. Ben ‘Şansın arkasına sadece aptallar ve tembeller sığınır’ derim. Çalışmadan hiçbir şey olmuyor. Ve bu gençler çalışmalı, çok çalışmalı. Artık bilgi hepimizin parmakları ucunda. Bilgiden daha fazla, farklı ne verilebilir, onları düşünmeliler. Bu alanda her şey hem daha kolay, hem daha zor. Bazı virajları arkadaşlarından daha hızlı dönmeli, bazı düzlüklerde daha fazla depar atmalılar.

Böyle anlattığımda bazılarının gözleri soru işaretleri ile doluyor. Bu durumda kendilerine soruyorum, farkları ne? Tatlı rekabet içinde olacağı diğer rakip arkadaşına göre hangi dünya deneyimleri daha fazla? Kaç dil daha fazla konuşuyor, hobileri neler, ardında hangi eserleri bırakmaya başlamış, kendi gözlerinde yanan ışığı fark edebiliyor mu?

 

‘Gezenle hiç seyahat etmeyen arasında nasıl bir fark vardır sizce?’

On yıllardır bana yöneltilen soruyu hemen yanıtlayayım: Okumadan hiçbir şey olmaz! Bir atasözünü kullanarak okumaktan bu kadar kolay sıyrılamayız! Önce kendimizi eğiterek bir temel edineceğiz, sağlamlaştıracağız temellerimizi. Evet, sonrasında gezerek görgümüz de artar, bilgilerimize yenileri de rahatça eklenir.

Ama ben ‘Sadece çok okumuş ve orada kalmış biri, koskoca renkli bir ansiklopedinin tek bir sayfasına bakar durur, çok gezen ise keyifle her sayfayı ayrı ayrı çevirir’ derim hep.

‘Hakkını vererek’ çok gezmiş, gezdiği zamanları boşa harcamamış biri ile karşılaştığımda, ondaki bilgeliği, ışığı, dinginliği, hoşgörüyü hissediyor, çok daha sağlıklı ve geniş bir bakış açısına sahip olduğunu fark edebiliyorum. Bu adeta aşağıdaki yapış yapış bir kaostan artık yukarı yükselip, her şeyi daha bilinçli olarak ayırt edebilmek gibi gelir bana hep.

Bu gezi konusunu mutlaka ‘çok uzaklara gidebilmiş, yurt dışında bir çok yeri görebilmiş’ olarak düşünmeyin lütfen… Birisi arzu ederse, aklında, ruhunda ve yakın çevresinde yaptığı gezilerle de kendini geliştirebilir.

Az gezmiş, boş gezmiş ya da bunları hiç düşünmemiş olanları ise hep dar görüşlü, saldırgan ve ön yargılı bulurum. Yanılmışlığım da çok azdır, ne yazık ki.

Aslında kendimizi geliştirmek için mutlaka fiziksel seyahatler gerekmiyor. Biraz gözümüzü açıp çevremizi sorgulamak, olan biteni bir başka gözle görmeye çalışmak yeterli. Ve elbette, Mercedes Sosa’nın ‘Gracias a la Vida’ dediği gibi ‘Bu yaşama ve verdiklerine şükretmek…’

 

‘Türkler nasıl seyahat ediyor ? Neyi merak ediyor ne yaşamak istiyor?’

Otuz yıldan uzun süredir turizmle uğraştığım ve bunun büyük bir bölümünde yurt dışı gezilerini yönettiğim için küçük tatlı ukalâlıklar yapmama izin verin lütfen.

Her şeyin şekerini çok çabuk emip, tüketip, kalanından hemen kurtulmak istiyoruz. O kadar sabırsızız ki. Örneğin değişik zaman hesapları ile haftalar ya da bir kaç ay sürebilecek Paris Louvre veya Saint Petersburg’daki Hermitage müzelerini iki saate sığdırabilecek bir algı hızımız var.

Örneğin herkesin aklında bir Sibirya Treni. Ama o trenin ve uğradığı coğrafyaların hakkını verebilmek gerçekten zor. Çok az gezgin son istasyona kadar dayanabilir. Bir günde en fazla sabahtan bir yarım gün, o yarım günde de en fazla iki saat konsantrasyonu var ortalama Türk gezgininin.

İnanın Jüpiter’e gitsek, daha ikinci gün sıkılanlar olacak ve bana hemen yakın zamanda önce Ay’a, sonra da Dünya’ya dönecek bir füze olup olmadığını soracaklardır… Biraz zorluğunu yaşamadan, güzelliklere erişmek kolay olmuyor elbette.

Bir de, Türk insanı kartviziti ile yola çıkmayı seviyor. Kendisini tanıtırken ‘Ben Doktor Bilmem Kim Bey, Ben Yargıtay Savcısı, Ben Avukat, Ben Eski Dışişleri Müşaviri…’ Oysa bilmiyorlar ki ben Samsun İstiklâl İlkokulu temizlik görevlisine de aynı dikkat, ilgi ve özeni gösteriyorum, ev hanımı Ayşe teyzeye de, Avukat Ali Beye de, Başbakanımıza da…

Bilir misiniz, Kuzey ülkelerinde en büyük ayıp, birisinin kendisini titri ile tanıtmasıdır. Biz de keşke ‘düz gezgin’ olabilsek…

 

‘Yemek, müzik, seçtiğimiz araçlar… Yolumuzu ve deneyimimizi nasıl etkiliyor?’

Yemek ve araçlardan önce iki önemli unsur var. Geziyi kendiniz planladı iseniz, doğru bir program yaptınız mı? Mevsim seçimi, rota, ilgi alanları ile örtüşmesi? Diğeri de yol arkadaşınız. Ah, ne kadar doğru herkesin kendi gerçek yüzünü yollarda göstermesi. Tüm bu süreçte, sizinle olmaktan keyif alan, güzellikleri paylaşabileceğiniz kişileri seçin. Benimle balayı gezisine çıkıp, Türkiye’ye daha dönmeden konsolosluklarda boşanma başvurusu yapmaya çalışanları bilirim…

Yemek ve araçlar ise ayrıntı. Bir Şili Fiyordunda, ayaklarımızı Pasifik Okyanusu’na uzatmışken şeffaf naylon torbalarda satılan midyelerin içine bol limon ve az tuz koyup, ellerimizle  yemek de güzel, Mallorca Adası’ndaki fusion restaurantta donmuş katı karbondioksitten oluşan moleküler sebze çorbasına kaşık sallamak ta…

Ama müzik dediğimizde yumuşak karnıma dokunuyorsunuz, orada duralım. Kuzey Kutup Dairesi üzerinde kendinize gece yürüyüşünde bir Jan Garbarek veya Eberhard Weber armağan etmiyorsanız, Las Vegas’a bir kaç Rat Pack şarkısı dinlemeden gidiyorsanız, Napoli’nin ara sokaklarında Dean Martin’siz dolaşıyorsanız, Oslo’yu Jean Sibelius’tan habersiz turluyorsanız, o gezi tam olmamış demektir.

 

Özlem Gürses – ‘Sayılarla konuşsak sizinle ilgili? Kaç deniz mili, kaç deniz, kaç uçuş saati, kaç ülke, kaç konuk?’

Nitelikten bu kadar söz ettik, haklısınız. Biraz da nicelik diyelim…  Benim bu meslekteki otuz dördüncü yılım neredeyse. Çoğu da yurt dışında geçmiş.

Sorarlar, ‘Özge bey, Paris’e kaçıncı gelişiniz?’ diye. Sonra da yanıtı duyup inanmak istemezler… ‘Eh’ derim. ‘Yirmi beş yıl desek… Her yıl da yaklaşık, belki en az beş desek, etti mi size yüz yirmi beş? Hadi yirmi beşini at, en az yüz!..’

Çoğu ülke ve şehir için aynıdır. Dünyada ISO standartlarına göre 249, Fifa’ya göre 209, Milli Olimpiyat Komitesi’ne göre 206, Birleşmiş Milletler’e göre de 195 ülke var. Ben pek saymam ama, geçenlerde baktığımda yüz elli ülkeyi aşmıştım. Dünyanın tüm denizlerini, bütün okyanuslarını gemilerle gezdim, tüm makul ve mantıklı  burun ve boğazlarından geçtim. Ekvatordan dönencelere, her iki kutuptan baş meridyenlere dek uğramadığım coğrafi çizgi ve nokta kalmadı. Tepesine tırman(a)masam da çoğu ulu zirvenin gölgesinde soluklandım. Ama yine de dünya bana hem dar, hem de hâlâ çok büyük Özlem Hanım…

Bir ara oturmuş kabaca hesaplamıştım, şimdiye dek gezdirdiğim konuklarım da sanırım Fenerbahçe Stadı’nı tümüyle dolduruyor.

Yola gelince… Ayda ortalama 10.000 – 15.000 kilometre arası yol yapıyorum, uçuşlar dahil. Eh, bu da otuz üç yılda eder beş milyon kilometre! Yani dünyanın çevresini yüz yirmi beş kere dönmüşüm, Ay’a on üç kez gitmişim. Mesleğimi dokuz yüz sene daha yapabilirsem Güneş’e de varmış olacağım. Ben demiyorum, matematik böyle diyor!

 

Özlem Gürses – ‘Kaldı mı gerçekleştiremediğiniz bir yolculuk hayali’?

Evet. Önce alçak yörünge, sonra uzay. Sağlığım ve ömrüm izin verirse, bu dünyadan ayrılan ilk rehber olmak istiyorum. Bakın, https://ozge.ersu.net/konferanslar/20150219-vip-xcor-uzay-yolculugu/ turizmci dostlarımızla çalışmalara başladık bile!

Dünyanın dışı şimdilik web sitemde ama https://ozge.ersu.net/video/nasa-uzay-canli-hd-video/ umarım o da yakında avuçlarımın içinde olur.

Bunlar da https://www.instagram.com/p/zSXpRUooRN/ değişik örnekler. Buraya da https://ozge.ersu.net/konferanslar/nasa-yeni-yasanabilir-dunya-kesfi/ bakabilirsiniz.

 

‘En zor konuğunuzun nasıl bir profili var sizce? Zor beğenen mi, çok soran mı hiç merak etmeyen mi?’

Keşke herkes sorsa, herkes merak etse. İçimde kalan, anlatmadığım anlatamadığım o kadar çok şey var ki… Söylesem, sıkmadan konuşsam…. Bilemediklerim olsa, öğrensem, birlikte keşfetsek. Keşke herkes zor beğense. Benden de zor olsa, beni zorlasa… Her açıdan en yukarıda tutmaya çalıştığım çıtaları bir kaç tık daha yukarı çıkartmamı sağlasa… Ne yazık ki en çok (tatlı tatlı) kızdığım ya da dilimle (şakaya vurarak) dövdüğüm iki ayrı konuk profilim var.

Birincisi, ellerindekilerin, tanık olduklarının farkında olmayan küçük kardeşlerim. ‘Kuşak Farkı’ edebiyatı yapmayacağım  ama, bizler Edirne’nin ötesini ancak silik siyah beyaz ansiklopedi maddelerinde görüp, hayal bile edemezken; onları örneğin New York’ta ağırladığımda, yanı başındaki kocaman camdan Manhattan ya da Times Square canlı canlı akarken, otobüsün içerisinde kafaları öne eğik, kulaklarında kulaklık, ‘on çarpı beş santimlik’ bir ekrana bakarken yakalıyorum. Ailelerine göz kırpıp, bağırıp çağırsalar da, bunlara gezi bitene kadar el koyup, geri vermiyorum.

Ya da Kuzey Kutup Dairesi’nde Snowmobile ile donmuş göllerde giderken, beğeni düzeyleri ‘Ne var ki bunda?’ oluyor. Onları hiçbir şey şaşırtmıyor, mutlu etmiyor. Sudan, Etiyopya gibi ülkeler başta olmak üzere Afrika ve Güneydoğu Asya’nın açlığına derinden tanık olan ben, yine bu küçük konuklarımın önüne gelen yemekleri görüp, ‘Yine mi somon ızgara?’ dediklerinde üzülüyorum. Ne onları, ne bu dünyayı değiştiremem ama umuyorum ve inanıyorum ki zaman içinde onlar da değişirler.

İkinci profil ise, her ama her şeyi ülkemiz ile karşılaştırıp eleştirenler. Yıllarım, hepsinin ayrı güzellikler olduğunu, karşılaştırmaya gerek olmadığını anlatmakla geçti. ‘İsviçre, Gruyeres Kasabası’ diyorsun, ‘Sen Artvin’e geldin mi?’ diyorlar. Kitzbühel’de kayağa götürüyorsun, ‘Ah, İzmit’in Keltepe’si!’ diye ünlüyorlar. Özlem Hanım, Zambia Victoria Falls’u gezdiriyorsun, ‘Sen bizim Başkanın Keçiören’de yaptırdığı şelâleyi gördün mü?’ diye çıkışıyorlar. En sonunda bu ağabeyime ‘Sizi anılarımda yazabilir miyim, anlatabilir miyim?’ dedim, ‘Yaz’ dedi. Ben de yazdım gitti işte.

 

‘Sizce en güzel doğa, en güzel yemekler, en güzel kadınlar, en havalı erkekler nerede?’

Özlem Hanım, bu son soru tatlı tuzaklar içeriyor… Bu güne dek hiçbir radyo, televizyon ya da gazete röportajında bu konularda köşeye sıkışmadım, izin verirseniz bunu da ustaca yanıtlarımla savuşturayım. Parmaklarımın hiçbirini kesemem, birini diğerine feda edemem ki. Hepsi acır…

En Güzel Doğa

O an gittiğiniz yerde. Başka coğrafyalarla karşılaştırma yapmadan, gezdiğiniz yere odaklanmanız en güzel.

En Güzel Yemekler

En iyi aşçının çalıştığı yerde. Yani en aç olduğumuzda gittiğimiz herhangi bir restaurantta. Ne demiştim, anımsadınız mı? ‘En iyi aşçı, açlıktır!’

En Güzel Kadınlar

En güzel insanları yetiştiren ülkelerde. Gittiğiniz ülkede her zaman size yardım eden kişiler mi var, iyiliğinizi düşünenler mi sarmış çevrenizi? ‘Bu nasıl bir insan kumaşıdır?’ mı diyorsunuz sık sık? İşte en güzel kadınlar oradadır.

En Havalı Erkekler

Bir cümle önce değindiğim kadınların erkek çocukları, erkek kardeşleri, babaları ya da dedeleri…

 

‘Dünya çok büyük! Bu şahane gezegende sadece beş gezi yapma şansı olanlar hangi beşi seçsin?’

Yapmayın, yine sıkıştırıyorsunuz beni zor seçimlerinizle. Ayırım yapamam demiştim ya! Ben de aynı kurnazlıkla yanıt vereyim:

Bir, Baştan Başa Afrika. İki, Bir uçtan diğerine Avrasya. Üç, Kuzeyden Güneye Amerika Kıtası. Dört, Okyanusya ve Adalar, beşinci ve sonuncusu ise İki hafta İki Kutup Gezisi. Nasıl?

 

‘Sizce 2016 gezi eğilimleri neler? Yurt dışı turizminde bugüne nasıl geldik?’

Kendi uzmanlığım olan yurt dışı gezilerini değerlendirmem gerekirse, bence iki ayrı uç sivrilmeye başladı. Bir yanda özellikle gençlerin yöneldiği, bol heyecan, biraz belirsizlik ve hatta küçük riskler de içerebilen ‘Backpacking’ türünde pratik ve ekonomik yolculuklar, diğer yanda ise, benim de başı çekenler arasında olduğum Grande Deluxe geziler ve uç coğrafyalar. Piyasadaki bazı mitoz büyük şirket bölünmeleri ya da finans zorlukları nedeni ile ‘orta bütçeli erişilebilir turlar’ kan kaybetmeye başladı. Bayramda gruplar dolmuyor, önceden alınan uçaklar boşa gidiyor, gezilerin içeriği fakirleşip hizmet kalitesi azalıyor. Bu azalma sektörün hangi bölümünde yer alırsak alalım, sevineceğimiz bir durum değil, çünkü biraz klasik olacak ama aynı gemideyiz.

Otuz sene önce ben mesleğe yeni başladığımda,  ‘Londra – Paris – Roma’ gibi büyük şehirlerden oluşan geziler vardı. Yirmi sene önce ‘Baştan başa’ furyası başladı, çok sayıda ‘Tüm İtalya, Büyük Akdeniz Turu’ ya da ‘Bir Uçtan Diğerine Amerika’lar yaptık.  On sene önce ‘İki Şehir Bir Hafta’ formatı ile Viyana Prag’lara, Nice Paris’lere, Porto Lizbon’lara döndük.

Şimdi ise benim de yıllardır yapmaya özen gösterdiğim, erişilmesi zor görünen, doğru bir içerik planlama ve bütçeleme gerektiren ‘özel kişisel deneyimleri’ hayalden gerçeğe çeviriyorum.

Afrika’da lüks, Sibirya’da otantik trenler, Antartika seferleri, at sırtında Patagonya, klasik araçlarımızla San Francisco Los Angeles arası konaklamalı Pacific Coast gezileri, Alaska’nın iç coğrafyaları, Eurovision, Verona veya Viyana Opera ya da Montreux Jazz gibi müzik dokunuşu olan, Formula1 ya da basketbol finalleri temalı spor gezileri, gorillere yönelik bir foto safari ya da Hindistan’da saraylarla ağırladığımız geziler bence bu yılın öne çıkanları.

 

Özlem Gürses – ‘Sosyal sorumluluk projeleriniz neler?’

Ben yaşamımı yurt dışında, yurt dışından kazandığım için, yurt dışındaki deniz yıldızlarını suya geri döndürmeye adadım kendimi.

Böyle şeyler pek söylenmez, ayıptır ama başta Johannesburg’daki Yanmış Çocuklar Vakfı ‘Children of Fire’ olmak üzere, değişik çalışmalara gücüm yettiğince kendi ölçeğimde destek veriyorum. Şu sıralarda Engelli Turizmi üzerine yoğunlaştırdım çalışmalarımı.

 

‘Özge’çmişine bile ‘Bu yaşamda hiç boş zamanı olmadı’ yazan bol ödüllü Özge Ersu gezilerden arta kalan zamanda ne yapar?’

Biliyorsunuz, beş senedir yayınlamış olduğum Müzikal Radyo Belgeselim Laterna ve şu anda web ve uygulama üzerinden deneme yayınları yaptığım Lateradio istasyonum var. Bunun yanında üniversite konferansları, müzik çalışmalarım, Fenerbahçe’de devam eden veteran bir masa tenisi aşkı… Ve yeni çıkacak sürpriz bi kitap serisi…

Ha bir de ara sıra gidebildiğim, yaklaşık yirmi senedir oturduğum Fransa Nice Côte d’Azur’da beni çok az görebilen eşim ve üç büyük kızım…

 

‘Son olarak Sözcü okurlarına ne söylemek isterdiniz?’

Sizinle böylesine sihirli bir Kutup coğrafyasında sohbet etmek son derece keyifli idi. Sözcü Gazetesi okurlarına ulaşabilmek ise büyük bir onur… Sözcü için son sözü dünyanın en eski ve büyük gezginlerinden İbn-i Batuta’ya bırakayım: ‘Gezerken önce nutkunuz tutulur, konuşamazsınız, oysa dönüşünüzde harika bir masalcı olursunuz!’

Talk - Ozge Ersu - Ozlem Gurses

 

 

YORUM YOK

YORUM YAP

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.